DP İktidarı, Said Nursi ve 27 Mayıs Darbesi |
Risale-i Nur Enstitüsü tarafından yazıldı. |
27
Mayıs 1960 askeri darbesi, Türk tarihinde önemli bir kırılmanın adıdır.
Bu sosyal-siyasi hadise veya komplo, demokrasi sürecine giren bir
ülkenin vesayet altında olduğunun göstergesi olmuş ve bu tehdidi sürekli
kılmıştır.
Esasında,
milletiyle kurduğu diyalogu, devlet-baba ilişkisi içinde olan bir
imparatorluğun bakiyesi üzerinde kurulan bir devletin, bu ilişkiden daha
geri bir düzeyde halkına yaklaşması, araştırılması gereken bir husus
olsa gerek. Halbuki Cumhuriyet, halkın eşit bir şekilde yönetime
katılabilmesini sağlamalıydı. Ancak Tanzimat' tan itibaren su yüzüne
çıkan ve oluşan elit zümre, modernist ideolojinin(!) yazarlarının
belirttiği şekilde demokratik ve özgürlükçü bir açılımı temsil
etmiyordu. Aksine, batılı merkezi devletlerin etkisine açık bürokratik
bir kast, gittikçe etkinliğini artırmakta idi. Bu çerçevede halk,
"devlet baba" olarak gördüğü monarşiye yaslanıyordu.
Bahsi
geçen bürokrasi, sırtındaki devlet babayı, yani monarşi kamburunu
silkeleyip atıverdi. Monarşi tarihin derinliklerine gömülürken, halkı da
devre dışı bırakacak bir formül geliştirildi: Totaliter bir
cumhuriyet... Bu yapılanma neticesinde monarşinin yerini Halk Fırkası
aldı. Bu partinin en büyük misyonu, Türk milletini küçük bir millet
olduğuna inandıracak(!) bir takım kültürel politikalar üretmek oldu. Bir
milletin hayatında önemli sayılabilecek, çeyrek asrı aşan tek parti
yönetimiyle, kökleri daha eskilere dayalı bir kısım sivil ve silahlı
bürokrasi ittifak halinde idiler. Hakimiyetin millete ait olduğu
vurgusu, "devlet baba" kimliğinde olan monarşinin tasfiyesinde ideolojik
bir şartlandırma olarak kullanılmış ve uygun her panoya serlevha olarak
asılmıştır. Bu yönetimde Türk milletinin iradesi yoktu. Aksine en
korkulan şey, milletin bir şekilde iradesini ortaya koyabileceği hususu
idi. Bundan dolayı muhalefet ve milli hassasiyeti olan sivil odaklar
feci şekilde ezilmiştir.
Ancak,
İkinci Dünya Savaşından sonra oluşan dünya dengeleri içinde, faşist ve
totaliter rejimlere karşı büyük bir tepki meydana gelmiştir. Batı
Avrupa'da tasfiye edilen bu rejimler, doğuda ve SSCB'de sosyalizm
maskesi altında hayatiyet buluyordu. Türkiye, ya bu blokun etki ve
tazyikinde yoluna devam edecek ya da "ehven-i şer" deyip batı blokunda
yer alacaktı. İşte böyle bir uluslar arası siyasî şartların baskısı,
Türk elitleri ve Halk Partisi' ni demokratik bir açılıma zorladı. Halkın
oyunu çarpıtarak kendi iktidarlarını sürdürebilmenin projelerini hayata
geçirseler de, Türk halkı böyle bir fırsatı kendi lehinde
değerlendirebilecek bir kişilik göstererek, 1950' de yönetime ortak
olmayı başardı.
1950-54
döneminde DP' nin meydana getirdiği demokratik ve liberal açılım, Halk
Partisiyle ittifak içinde olan bir kısım askerî-sivil bürokrasi için
hazmedilmez bir durumdu. Yönetime halkın iradesini belirleyici unsur
olarak karıştırmak, onlar için bir iktidar zaafı olarak algılanıyordu.
Bunun yanında halkın geniş kesimlerini kucaklayacak şekilde siyaseti
tanzim eden DP, iktidarda yerini daha da sağlamlaştırıyordu. Bunu
anlayan demokrasiye inançsız karşıt zümreler, demokratik bir yöntemle
rakiplerini iktidardan uzaklaştıramayacaklarını anladıklarından, bir
kıskaç operasyonuna start verdiler. Bu sokaktan askeri kışlaya uzanan
bir cuntalaşmaydı. Halk Partisi, demokratik bir meşruiyet içinde
iktidarı elde edemeyeceğini anladığından, ülkeyi cehenneme çevirecek ve
iktidara yanlış yaptıracak bir takım manevralara girişmiştir. İktidar
ise yanlışlara düşmekten kendini alıkoyamamıştır ve bu muhalefet
odakları tarafından doğrularını örtbas etmek için kullanılmıştır. Bundan
sonra slogan belirlenmişti: Vatanı kurtarmak(!..)
Bütün
ülke için bir ümit kapısı aralayan DP' ye, dindar insanlar, özellikle
Nur Talebeleri olumlu yaklaşmıştı. Meydana gelen hadiselere üzülmekte
idiler ve bazı sıkıntılara maruz bırakılsalar da Demokratları
desteklemeye devam ediyorlardı. Zira, Bediüzzaman Said Nursi' nin
siyasal anlayışında meşruiyet ve meşrutiyetçi bir çizgi vardı. Bu
yüzden, DP' nin iktidarını, Halk Partisinin iktidarına tercih ediyor,
millet için daha faydalı olduğunu belirtiyordu. Başka bir deyişle, daha
az zararlı görüyordu. Milliyetçi-muhafazakâr yazarlardan ve gözü
karalığıyla ünlenen Osman Yüksel Serdengeçti, bir ziyaretlerinde Said
Nursi'nin şu görüşlere yer verdiğini nakleder: "Halk Partisiyle
Demokratların mukayesesini yaptı. Halk Partisinin kol kestiğini,
Demokrat' ın ise parmak kestiğini, ehven-i şer olduğunu ifade etti. Halk
partisine karşı, Demokrat' ı desteklemek lazım geldiğini söyledi."1
Adnan
Menderes, dini bütün halkına, özellikle Bediüzzaman ve talebelerine
karşı her zaman sıcak hisler beslemiş bir kişi olarak, demokrasinin
ülkede yerleşmesini istiyordu. Bu itibarla, dini hizmetlere öncülük
edenlere husumet besleyen odaklara pirim vermiyordu. Bir keresinde, Said
Nursi' nin Ankara' ya yaptığı bir ziyareti bahane eden ve bundan dolayı
Menderes'e hücum eden İsmet Paşa ile polemiğe girmişti. İnönü ise,
"Atatürkçülerle istihza ediyorsunuz, öyle zaman gelecek ki sizi ben bile
kurtaramayacağım" sözlerini bu esnasında sarf edip tarihe geçirmişti.2
Bediüzzaman'ın
ve diğer dindar halk tabakalarının DP' ye destek vermesinden rahatsız
olan, Halk Partisine yakın, devlette yuvalanmış bürokrat ve küçük
memurlar, DP anlayışının hilafına, din hizmeti yapanlara ve özellikle
Nur Talebelerine karşı eski alışkanlıklarını devam ettirebilmekte
idiler.3
Ancak
Bediüzzaman ve yakınında bulunan talebelerinin, kendi zaviyelerinden
iktidara bir takım tavsiyelerde bulundukları bilinmektedir. Bu
tavsiyeler şöyle özetlenebilir: Şeâir-i İslamiyenin önünü açan
Demokratların hem mevkilerini korumanın, hem de vatan ve milletini
memnun etmenin yegane çaresi olarak "ittihad-ı İslam" anlayışını
kendilerine dayanak yapmalıdırlar. Ayrıca uluslararası konjoktürün de
bunu gerektirdiği, bunun batılı büyük devletlerin de işine gelebileceği,
zira ateizm ve materyalizmden herkesin zarar görebileceğinden dolayı
İslam birliği anlayışına eskisi gibi husumetin olamayacağı
görülmektedir. Bu vatanı yabancı istilasına karşı koruyabilecek yegane
dayanak da İslam anlayışıdır. Demokratlar, ülkeyi komünistlik ve
masonluğun etkisinden bu sayede çıkarabilirler. Ezanı aslî şekliyle
okumanın serbest bırakılmasından dolayı milletin gerçek anlamda
desteğini kazanan Demokratların, dindarların zararına olabilecek bazı
icraatlarda bulunarak bu kuvvetlerini kaybetmemeleri gerekmektedir.
İçlerine sızan istibdat yanlısı bazı şahıslara dikkat edip bunların
demokrat camiaya zarar vermesi önlenmelidir.4
Bediüzzaman,
vatana ve millete en ziyade hizmeti yapabileceklerinden dolayı
Demokratların desteklenmesi gerektiğinin altını sürekli çizmiştir.
Cazibeli olan milliyetçi (!) ve modernist partilere karşı bu partinin,
nokta-i istinat olarak İslamî değerlere sahip çıkmasının bir mecburiyet
olduğunu, aksi halde bir çok yanlışın faturasının, bir çok yalanlarla
Demokratlara yükleneceğini haber vererek, adeta 27 Mayıs darbesinin
fotokopisini şu ifadelerle nazara vermektedir: "Halkçılar ırkçılığı elde
edip tam sizi mağlup etmeye bir ihtimal-i kavi hissettim. Ve İslamiyet
namına telaş ediyorum."5
Bu
ikazların yapılmasından sonra, fazla bir zaman geçmeden halkın destek
verdiği bir meclis ve iktidar süngüyle ezdirildi. Böylece milletin
iradesi, millet nam ve hesabına (!) ortadan kaldırılmış oldu. Ülke ikiye
bölünmüş ve bir taraf acılara gark olurken bir taraf eğleniyordu. Yani,
Türkiye' nin ve Türk milletinin başına gelebilecek en büyük
felaketlerden biri gerçekleşmiş oldu. Birileri ideolojik kinlerini
tatmin edip iktidarlarını pekiştirdiler, şüphesiz... ancak, DP'nin artı
ve eksileriyle yaptığı hamlelerin önü kesilerek bütün bir milletin
geleceğine müdahale edilmiş oldu.
Konuyu
bitirirken, DP milletvekili Gıyaseddin Emre' nin hatıralarındaki Said
Nursi' nin şu ifadelerine yer vermek isterim: "Adnan Menderes bir din
kahramanıdır. Dine büyük hizmetleri olmuştur ve olacaktır. Fakat Adnan
arzu ettiği hizmetin semeresini göremeyecektir. Benim de dine hizmetim
olmuştur, ketm etmeyeyim... Ama ben de hizmetimin semeresini, Adnan Bey
gibi göremeyeceğim. Her ikimizin de hizmetlerimizin semeresi ilerde
görülecektir."6 Gerçekten de, 27 Mayıs darbesinden sonra
ihtilal komitesi, Menderes ve arkadaşlarını Yassıada' ya sürmüş; Said
Nursi' nin mezarını da meçhul bir yere nakletmişti. Ne kadar ilginç bir
kader birliği, değil mi?
Dipnotlar:
1
Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler Bediüzzaman Said Nursi' yi Anlatıyor 2,
İstanbul: Yeni Asya Yayınları, 1981, s. 65 (Osman Yüksel Serdengeçti'
nin Hatıraları)
2 Age., s. 49-60 (Gıyaseddin Emre' nin hatıraları)
3 "Yirmi Yedinci Mektup", Risale-i Nur Külliyatı, İstanbul: Yeni Asya Yayınları, 1996, s. 1816.
4 Age. s. 1817.
5 Age. s. 1878.
6 ŞAHİNER, age., s. 49-60 (Gıyaseddin Emre' nin hatıraları)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder