25 Mart 2014 Salı

"Dost meclisinde şiir.." Ali Naili ERDEM, Ertuğrul MAT, Namık AYDEMİR

Bugün 
(21 Mart 2014) 
Nevruz'du, 
kışın kasvetinden, 
baharın güzelliklerine geçiş günüydü.... 
Biz de siyasetin 
boğucu dünyasından,
huzurlu bir dünyaya geçiş yapmak istedik.. 
Şiir dünyası kadar güzel ve emin bir sığınak var mı?
Hem de bugün aynı zamanda dünya şiir günüydü..
Bugüne TÜPAV Başkanı Özer Gürbüz'ün her zamanki güzel üslubuyla yaptığı sunum konuşmasıyla başladık

Yer: 
TÜPAV -Türk Parlamenterleri Vakfı
Konu: 

"Dost meclisinde şiir.." 
Sunan: 
Söz ve yazı ustası ve şair Ali Naili Erdem,
Yöneten: 
Ertuğrul Mat..
Ali Naili bey, Dünya ve Türk şiirinin tarih içindeki yolculuğunu anlattıktan sonra, kendi şiirlerinden bir demet sundu..
Misafirlerimizden Namık Aydemir bey de, 

Ali Naili beyden aşk şiirleri okudu..
Katkıda bulunan ve şiir kitapları bulunan parlamenterler: 
Hilmi İşgüzar, 
Mümtaz Kenan Akışık, 
Rahmi Kumaş, Ruşen Işın kendi şiirlerini okudular.
Misafirlerimizden 

Özden Gürel ve 
Ahmet Sevgi de bu güzel güne katkı da bulundular.
Hepimiz, TÜPAV'dan mutlu ayrıldık

ERTUĞRUL MAT, BURSA

HÜCRE 37- 

Ya da Hüzünlü bir aşk hikâyesi
Ertuğrul MAT
Menderes ve arkadaşlarının idamından sonra bir kere daha ağlamıştık. Genç kadın, elindeki yüzüğü gösterip gözyaşları içinde, “Hayır hayır… Müebbede de mahkûm olsa, onu bekleyeceğim” diyordu.
Nişanlısı Yassıada’da idama mahkûm edildikten sonra cezası müebbede tahvil edilmiş bu genç kadının hüzün dolu hikâyesini Hürriyet gazetesi birinci sayfadan vermişti. Birisi, Kurtuluş Lisesi’nin gencecik öğretmeni,  diğeri Meclis’in Demokrat Partili Antalya Milletvekili Sadık Erdem’i.
27 Mayıs 1960 darbesinden kısa bir zaman önce nişanlanmışlar, evlilik planları yapıyorlardı.
Yakın bir gelecekte, sarsıcı, onur kırıcı acılı günlerin aşklarını ölümle imtihan edeceğini bilmiyorlardı…
Öğrendiler… Hem de “…tarifsiz kederler içinde”.
Sadık Bey’in yakalanması, Yassıada’ya gönderilmesi…Anayasa’yı ihlalle suçlanması… Önce idama, sonra da bu cezanın müebbede çevrilmesi, bu aşkın üstüne kederler yağdırmış, genç kızın yüzüne hüzün doldurmuştu.
Hapisteki adam, acılara meydan okumasını bilenlerdendi… O katlanabilir; hapishanede bile yurduna faydalı olabilirdi… Hep güzel şeyler düşünür, güzel konuşur, güzel şiir okurdu.
Hakkında verilen kararın Milli Birlik Komitesi tarafından tasdikini müteakip, nişanlısına, “Biz mahpus damını ebedi mesken tuttuk, kusura bakma” diye nişan yüzüğünü iade etmişti…
O, sevdiği kadının hayat ve gönül çizgisinde şekillenip belirdiği gibi, oradan silinip gitmesinin de gerektiğini biliyordu
Bu mahkûmiyetten sonra, sevdiği kadının hayatından çıkmalıydı…
Yüzük bunun için hüzünlü kadının elindeydi…  
Yüzüğü gönderdikten sonra, o çok yakından tanıdığım 37 numaralı hücredeki adamın, yüzündeki acı tebessümle ve dilinden hiç düşürmediği bir mısrayla
“Sözü vermekte bir beis yok; bu bir âdettir güzelim…” diyerek kadere sitem ettiğinden adım gibi emindim.
Doğru karar verdiğine, kendisine yakışanı yaptığına inanarak, kalemi eline aldı ve demokrasi kavgasına devam edeceğini dostlarına yazdı.
O dostların başında da ben vardım.
2. 12. 1961-Kayseri
Sevgili Kardeşim Ertuğrul,
Yassıada mahkemesi hakkımda (Yüksek Adalet Divanı demeye dilim varmıyor) TCK 146/1 ile verdiği idamı, TCK 59 madde tatbiki ile müebbede tahvil etti. Demek ki kaderde yaşamak varmış. Bir yandan böylesine ağır bir cezaya mahkûm kılınırken, diğer yandan çok namüsait şartlar içinde yapılan hesap vermede, hayatımın her safhasında en ufak bir suiistimalim ve gayr-ı meşru bir iktisabım bulunmadığını da kabul etmek ve b u yönde karar vermek 
mecburiyetinde kaldılar. Benim için bu ikincisi mühimdir. Zira siyasi mahkûmiyet ne şahsi şerefimize, ne de bizi sevenlerin hakkımızdaki itimadına nakise getirmez.
İnsanlar şeref için yaşarlar ve ölürler. Ömrün uzunluğu ve kısalığı mühim değildir. Yüksek Adalet Divanı denilen öylesine bir mahkemenin önünde ve darağacına varan yolun üstünde başımı hiçe sayarak pervasızca yaptığım müdafaa bu inancın neticesi idi. Bir suretini ilk fırsatta sana göndermeye çalışacağım.
Ben siyasi hayata hissi olarak girmedim. Onun şartlarını iyi bilen ve rizikosunu berveçhi peşin kabul etmiş insanım. Kadere inandığım için hadisatı olduğu gibi kabul etmekteyim. Pişmanlık ve nedamet duyacak kadar manen zayıf değilim. Yıldırım yüksek tepelere düşer, ondan korkanın orada işi ne? Ben milleti çok genç yaşta temsil ettim. Elbet ki, davranışlarıma bu temsil vasfına layık vakar ve haysiyet hâkim olacak ve hayat-ı tamamımda harim-i namusun tek taşı bile düşmeyecektir. Onun içindir ki, Kayseri Bölge Ceza evinin içine konulduğum 37 numaralı hücresi de, ümit ve heyecanımı sarsabilmiş değildir. Ne beşerin kahrından pervam ne de lütfuna ihtiyacım var. Tevekkül ve itimadım sadece Allah’adır.
Sadık Erdem
Nişanlısına yüzüğünü iade eden adamın karakterine, davasına, ahlakına bağlılığına; eski Diyanet İşleri Başkanlarından Hasan Hüsnü Erdem’den, yani babasından aldığı feyzin getirdiği tevekkülün gücüne bakın… Sanmayın ki, medrese kültürü almıştı… Saatlerce sosyal siyaset konuşur, divan edebiyatından binlerce mısra okuyabilir, o yıllarda bile Nâzım’dan bahsedebilirdi.
İdama mahkûm olmasını, ömrünü hapishanede tamamlayacak olmasını değil de kendisine “hırsız” denilememesini önemsiyordu.
Sadece o mu? Hayır, elbette ki hayır.
İmza: Sadık Erdem-Adres Hücre 37
Salim Başol’un ifadesi ile Yassıada’ya tıkılanların hepsi aynıydı.
Başol, Tevfik İleri’ye “…her kuruşun hesabını vereceksiniz…” dediği zaman, “Bana hayatımın en güzel müjdesini verdiniz. Benim ve arkadaşlarımın namusunu siz bile tescil etmek mecburiyetinde kalacaksınız…” dememiş miydi?
Onlar bilirler ve derlerdi ki:
“Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
Müşkil budur ki, ölmeden evvel ölür kişi.”
Onları hasta hasta asabilirlerdi, ama onları namuslarını lekeleyerek ölmeden evvel öldüremezlerdi.
Size bu mektubu yazan ve “Ne beşerin kahrından pervam ne de lütfuna ihtiyacım var” diyen adama ne yazabilirdiniz?
Nasıl teselli eder, nasıl ümit verebilirdiniz?
“Tarih sizin namusunuzu, vatana hizmetiniz tescil etti. Ya dışardakilerin ıstırabını, aczden doğan utançlarını kim tespit edecek? Biliniz ki dışardakilerin ıstırabı, sizinkinden fazladır…” diye yazdığımı hatırlıyorum.
Şimdi, onun aşağıdaki cevabi mektubunu okuyunca, “O mektubumda belki daha da güzel şeyler yazmışımdır” diye düşünüyorum.
12. 5. 1962-Kayseri
Sevgili Kardeşim Ertuğrul,
Gönderdiğin mektubunu aldım. Bunları zevk ve iftiharla gerek kendim ve gerekse arkadaşlara okudum. Seni hücredeki arkadaşların çoğu gıyaben tanımakta ve sevmektedir. Cevapta gecikiyorsam bana kırılma ve beni hoş gör. Bu gecikmeyi ihmal olarak değil; fakat hücre psikolojisinin tabii bir neticesi olarak mütalaa etmek gerek ve unutmamak icap eder ki, hapishanedeki insanı n tek tesellisi dostlarından gelen mektuplardır. Buradaki monoton hayatımızı renklendiren bunlar. Senden ricam benden cevap beklemeden, gecikmem halinde bana kırılmadan mektup yazmandır.
Bazı genç arkadaşlarım buraya kadar ziyaretime geldiler. Geçen gün Yavuz Esmersoy da gelmiş, fakat ve maalesef ziyaret günü olmadığı için görüşemedik. Bu ay sonu hücre müddeti dolmuş oluyor. Diğer umumi koğuşlara geçeceğiz. Erol’dan senin verdiğin malumat dışında hiç haber almadım. Mektuplaşıyorsan veya görürsen gözlerinden öptüğümü duyurursun.
Bu vesile ile bayramını da kutlar sağlık ve muvaffakiyetini diler, hasretle gözlerinden öperim benim aziz kardeşim.
Hücre 37-Sadık Erdem
Sadık Erdem’in hücre cezası bitti. Koğuşa geçti. Yassıada’da ve Kayseri Bölge Cezaevi’nin 37 numaralı hücresinde çektikleri, çektirenlere yetmemiş, müebbede tahvil edilmiş idam cezası muhbir ve müfterileri tatmin etmemiş, onu mahkemeden mahkemeye sürüklemeye devam etmişlerdi.
Saklayabildiğim son mektubunda bu yeni davalarından bahsediyordu:
1.9. 1962-Cezaevi-Ankara
Sevgili Kardeşim Ertuğrul,
Sana Kayseri’den ayrılırken bir mektup atmıştım ve Ankara’dan da yazacağımı söylemiştim. Ama bugüne kadar yazamadım.
Davanın duruşmasına girdim. Sorgum yapıldı. 11. 10. 1962 tarihine talik edildi. Bu arada burada kalacağım…
Asabi bakımdan bazı aksamalarımın tedavisi imkânını arıyorum. Bilhassa fikri çalışma yaparken başım şiddetle ağrıyor. Bir çare bulabilecek miyiz, bilmiyorum.
Yavuz Esmersoy ziyaretime gelmiş, kulaklarını çınlattık. Benim buraya geleceğimi senin mektubundan öğrenmiş.
Eski dostların havasını iyi buldum… Kaybettiklerimizin yanında muhafaza ettiklerimiz de pek çok.
Mektubunu beklerim. Hasretle gözlerinden öperim.
Sadık Erdem.
Afla tahliye olan Sadık Erdem, parmağındaki yüzüğü çıkarmayan nişanlısına koşmuş, sevgilisi hüzünlü kadına kavuşmuş, evlenip çocukları olmuştu. Yusuf gibi zindanlara sığmamış, Ferhat gibi dağları delmişti… Aşkın ölümle imtihanı, aşkın zaferiyle bitmişti.
Antalyalılar bu has evlatlarını unutmadılar, otuz sene sonra onu 1977’li yılların sonlarında tekrar parlamentoya gönderdiler. Gelin görün ki, 1957’de dört seneliğine seçildiği görevini 27 Mayıs 1960 müdahalesi yüzünden tamamlayamayan Sadık Erdem,12 Eylül 1980 darbesiyle yine seçildiği dönemi tamamlayamadı.Bu, kısa bir zaman önce kaybettiğimiz bir demokrasi kahramanının gerçek hikâyesidir. Nur içinde yatsın.”

19 Mart 2014 Çarşamba

Nevzat Ercan,


Nevzat Ercan DP (Demokrat Parti) Başkanlığı'na aday!...
Dün gece geç saatlere kadar sürdürülen görüşmeler sonucu Eski Devlet ve Orman Bakanı Nevzat Ercan DP Genel Başkanlığına aday olmayı kabul etti.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, XIX., XX.ve XXI. Dönem Sakarya Milletvekili, Eski Devlet ve Orman Bakanı Nevzat Ercan 1944 Hendek doğumlu, evli ve 2 çocuk babasıdır.
6 Mayıs 2012 Pazar günü yapılacak DP Büyük Kongresinde aday olacak olan Nevzat Ercan'ın Partide Birlik ve beraberliği sağlayabileceği düşünülüyor.
Nevzat Ercan'ın bir anlamda bütünleşmenin adayı olacağı söylenmektedir. Partide bütünlüğü sağlamak amacıyla bazı Genel Başkan adaylarının Nevzat Ercan lehine adaylıktan çekilebilecekleri seslendirilmektedir.
Muhtemelen Cuma Günü Nevzat Ercan'ın resmen adaylığını açıklaması beklenmektedir. 3 Mayıs 2012
***
ESKİ BAKAN NEVZAT ERCAN:
"Milletvekilleri Hür Olmalı"                                                    
Yeni Asya’nın sorularını cevaplayan eski DYP’li bakanlardan Nevzat Ercan, Siyasî Partiler Kanunu’nu değerlendirirken, milletvekillerinin lider sultası sebebiyle hür olmadıklarını belirterek, “Bugün milletvekillerinin genel başkanlarının dışında farklı düşünme özgürlükleri yok. Milletvekili hür olmalı. Artık hiç kimse geleceğini lidere yakın olmakta aramamalı, halkın desteğine yakın olmakta aramalı” dedi.
ESKİ BAKAN NEVZAT ERCAN YENİ ASYA’NIN SORULARINI CEVAPLANDIRDI 
Milletvekilleri hür olmalı
DYP’NİN “II. DEMOKRASİ PROGRAMI” ÇOK KAPSAMLI
S- “Siyasetin demokratikleşmesi” açısından DYP’nin “II. Demokrasi Programı” çerçevesinde demokratik teklifleriniz nelerdir?
C- DYP’nin “II. Demokrasi Programı” hayatın ve devletin her alanını özgürlükçü bir anlayışla yeniden düzenleyen çok kapsamlı bir program. Bu programda, Türkiye’nin içte ve dışta yaşadığı sorunların çözümüne ilişkin formüller, modeller ve birtakım hedefler var.
Programda, “siyasal hukukun demokratikleşmesi”nden başlanarak bugün Türkiye’nin en çok muhtaç olduğu, en çok tartışılan tam ve bağımsız işleyen yargı hedefi için yargı reformuyla asıl olan adâletin sağlanması ve “adalet devleti” hedefleniyor. Hukuk zaten adâlet için bir araç; o açıdan üstünlüğün hukuku değil, hukukun üstünlüğünün gerekliliği vurgulanıyor. Sokrat, “Adâlet çöktüğünde çökmeyecek bir şey yoktur” diyor. Her Cuma hutbesinde hocaefendilerin tekrar ettiği “Allah adâleti emreder” âyetinin mesajıyla “Kimseye zulmetmeyin, adâletle hükmedin” hatırlatması bunun çağrısı…
Yine “II. Demokrasi Programı”nda “Devletin yeniden yapılanması” başlığıyla etkin devletin gerekliliği belirtiliyor. Yani kırtasiyeyi kaldıracaksınız, bürokrasiyi azaltacaksınız. Hantal devlet yapısından kurtarıp işleyen, vatandaşı mutlu eden devleti inşa edeceksiniz. Merkezî yönetim ve yerel yönetimlerin yapılanmasına kadar, hepsi bu başlık altında ele alınmış ve çok geniş düzenlemeler getirilmiş.
Bir diğer başlık, “ekonomide hak düzeni.” Güçlü değil, haklı kazanacak. Rant değil, fırsat sunan bir ekonomi. Bugünkü üretmeyen, ranta, sıcak paraya, ithalata dayalı, günü kurtaran, ama geleceği ipotek altına alan ekonomi politikaları değil. Üretimi, yatırımı, istihdamı, ihracatı, büyümeyi esas alan, katma değeri yüksek bir ekonomi. “Şu kadar ihracat yaptık” deniliyor, ancak yapılan ihracat kalemlerine baktığınız zaman katma değeri yüksek bir ihracat olacak. Yoksa hammaddeyi, dışarıdan girdi olarak getirdiğiniz malları içeride mâmul hale getirilen bir ihracat değil. 100 dolarlık bir ihracat için 70 dolarlık ithalata para ödenmesi değil. Bunu tersine çevirecek bir ihracat.
SİYASAL HUKUKUN DEMOKRATİKLEŞMESİ
“Program”da ayrıca “İnsanca hayat” başlığı altında, düşüncenin mahsulü plân, program ve projelerin insan merkezli olması esas alınıyor. İnsanı, insan haklarını, özgürlüklerini koruyan, değerlerine, sembollerine saygı duyan bir siyasî anlayış. İnanç ve ifâde özgürlüğünün olduğu, temel hak ve hürriyetlerin yaşandığı; dayatmanın, baskının olmadığı tam bir özgürlükle demokrasinin standardının yükseltilmesini amaçlıyor..
Keza “Büyük değişim projeleri” ve “21. yüzyıl projeleri”yle “büyükler arasında büyük Türkiye” idealinin altı dolduruluyor…
Gerçek şu ki zengin bir uzman kadroyla her projenin hayata geçirilmesi için gerekli yasal ve teknik hazırlıkların tamamlandığı, uygulamaya hazır hale getirildiği 7 ana başlık altındaki “II. Demokrasi Programı”nın birinci temel maddesinin “siyasal hukukun demokratikleşmesi” olması, siyasî partiler ve seçim sisteminin önemini ortaya koyuyor.
Bu bağlamda millet irâdesinin üstünlüğünü, bireysel özgürlükleri, siyasal istikrarı, hukukun üstünlüğünü, yöneten demokrasi ve gücün kontrolü ana prensiplerini esas alan köklü düzenlemeler sıralanıyor.  
“II. Demokrasi Programı”nda “siyasal hukukun demokratikleşmesi” üst başlığı altında, “sivil anayasa” ve “medyanın demokratikleşmesi”nin yanı sıra “siyasî partiler kanunu” ile “seçim kanunu” düzenleniyor. Detayında derc edilen parti içi demokrasi, genel başkanlık süresinin sınırlandırılması, üye kayıtlarında hâkim denetimi ve ön seçim alt başlıkları altında belirtilen kurallar tam da bugünün problemlerini karşılıyor.
Keza “seçim kanunu”nda partilerin seçim ittifaklarına, siyasetin finansına, seçim harcamalarına kadar, tam da bugünün sorunlarına çözümler getiriyor.
1994’te çok kapsamlı bir çalışmayla hazırlanmış bu program, detaylarıyla 7 cilttir. Bütün bunlarla ilgili hazırlanmış yasa taslakları var...
SAĞLIKLI ÖNSEÇİM VE PARTİ İÇİ DEMOKRASİ
S- Sizce “seçim sistemi” nasıl olmalı? Seçim ve siyasî partiler kanunları hangi esaslarla hazırlanmalı? Özellikle “önseçim” ve “siyasetin finansmanı” konusunda hangi temel hükümleri taşımalı?
“Seçim sistemi”nin âdil olması için evvela siyasî partiler kanununun değişmesi gerekir ki parti içi demokrasi işlesin. Parti içi demokrasi işlemiyorsa ülkede nasıl demokrasiyi işletilecek?
Çok iyi biliyorum, Adalet Partisi’nin il başkanlığını yaptım. Genel merkezde milletvekili adaylığı sıralaması yapılmıyordu. Ya da partinin genel başkanı eline alıp bütün milletvekillerini isimlendirmiyordu. Önseçim yapılıyordu. Bir seçim çevresinde 20-25 bin kayıtlı parti üyesinin yargı denetiminde sandığa giderek önseçimle milletvekili adaylarını sıraladıkları dönemleri hatırlıyorum. Esasen ideolojik temelde siyaset yapmayan kitle partileri açısından bu çok önemli.
Yani partili seçmen, partiye kayıtlı binlerce üye hâkim nezâretinde, yargı denetiminde seçim yapıyordu. Adaylar seçime katılıyor, aldıkları oylara göre sıralama yapılıyordu. Halk bir yönüyle kendi seçiyordu milletvekilini…
80 ihtilâlinden sonra partilerin genel başkanları, liderleri, genel merkezleri milletvekili sıralamalarını kendileri yaptılar, millet sâdece “tasdik”le, “onaylamak”la kaldı. Seçime giden millet önünde ne bulduysa -bakmadan, çoğunu tanımadan- ona oy vermek durumunda kaldı.
Evet, parti disiplini var, ama parti içi demokrasi de siyasetin demokratikleşmesinin olmazsa olmaz şartı. Partinin genel politikaları vardır. Bunlar tartışılır, o politikalar belirlenir. Ama farklı görüşlere en azından ifâde etme hakkı ve hürriyeti tanınır.
Bugün milletvekillerinin genel başkanlarının dışında farklı düşünme özgürlükleri yok. Ya da düşündülerse, bunu ifâde etmek özgürlükleri, hakları yok ellerinde. “Ben bu konuda aykırı düşünüyorum” diyenlerin akıbetini biliyoruz. Bir sonraki seçimde seçilemiyorlar. Oysa insan inandığını ifâde edebilmeli, özgürce söyleyebilmeli. Seçim sistemleri buna imkân vermeli…
“TERCİH SİSTEMİ” GETİRİLMELİ
Diğer yandan üye kayıtları Türkiye’de çok sağlıklı değil. Önseçimin sağlıklı olması bakımından “hâkim denetimi”nde olması şart. Ancak yine de, birilerinin kendilerine göre üyeleri yazıp delege seçimlerinin yapılmasıyla meydana gelen haksızlıkların olmaması bakımından, bütün bu mahzurları giderecek “tercih sistemi” olmalı. Böylece, akçalı ve feodal ilişkilerin önü önemli ölçüde alınır, adayların birbirini çekiştirmesi sakıncası kalmaz…
Sandık başına giden seçmen hangi partiye oy veriyorsa, alttaki listede o seçim bölgesinden çıkacak milletvekilinin iki katı aday yazılacak ve o bölgede çıkacak milletvekili sayısı kadar işâretleyecek. Bir kişiyi yazmak durumunda kalmayacak, bunun mahzurları var. Bir dönem (1999’da) bir kişide uygulandı, yanlıştı. Birtakım problemlere, kişisel çekişmelere, hizipleşmelere, karalamalara sebebiyet verdi…
Bugün benim kanaatim seçmenin kendi vekilini seçmesi için, “tercih sistemi”ne dönülmeli. Ancak işâretleme bir kişi için olmamalı. Partiler o seçim çevresindeki milletvekili sayısının iki katı kadar aday göstermeli ve seçmenler sandık başında mührünü vurdukları partinin o bölgede çıkaracağı milletvekili sayısı kadar tercihini işâretleme yoluyla yapmalı. O zaman bütün adaylar, herkes çalışır.
Böylece başka mekanizmalar devre dışı kalır, seçmen sağlıklı bir tercih yapma imkânını bulur, sonuçlar da çok sağlıklı olur ve demokratik bir seçimle milletvekili sıralaması yapılmış olur. Millet kendi vekilini “tercih sistemi”yle doğrudan seçmek istemektedir, bu hak verilmeli.
Aksi halde vatandaşın, seçmenin verdiği oy, siyasî kanaatinin ifâdesi olmuyor. Hukukta, “sarih rızâ” ve “zımnî rızâ” kavramları var. Seçmen, irâdesini “sarih rızâ” ile göstermeli…
Önseçim ve tercihin olduğu bir seçimde seçilen milletvekili minnet borcunu kendisini seçen halka duyar. Genel başkanına bağımlı kılmaz kendini. Özgür olur, özgürleşir. Düşüncesini özgürce ifâde eder…
“SİYASETİN FİNANSI” VE “SEÇİM İTTİFAKLARI”
S- Siyasetin finansmanı konusundaki görüşleriniz nelerdir? Âdil bir seçim için ayrıca hangi tedbirler alınmalı?
C- Aslında siyasette “finans meselesi” çok önemli. Seçimde âdil rekabet şartlarının oluşması için partilerin ve adayların finans kaynaklarının incelenmesi lâzım.
Bilindiği gibi partilere aldıkları oy oranına veya Meclis’teki sandalye sayılarına göre Hazine yardımı yapılıyor. Şimdi yüzde 7 alanlara bu yardım veriliyor. Halbuki seçime katılma şartlarını haiz partilere oy oranlarına bakılmaksızın mutlaka belli ölçülerde devlet/Hazine yardımı yapılmalı. Zira seçim pahalı bir iş, demokrasi pahalı bir iş...
Ayrıca iktidarın devletin imkânlarını kullanması açısından, siyasî partilerin “seçim finansmanı”nın mutlaka kontrol altına alınması icâb ediyor. Keza farklı güçlerin devreye girip partiler ve adaylar arasındaki eşitlik ve adâlet ilkesini zedelemesine karşı tedbir alınması gerekiyor.
Bunun yanı sıra adaylar açısından da, “seçimin finansmanı” şeffaf olmalı. Kaynağının nereden geldiği bilinmeli. Devletin aldıkları oy oranına partilere yaptığı Hazine yardımı önemlidir. Bu yardım, partileri kişi ve kuruluşların bağımlısı olmaktan kurtarır. İhtiyaç duyulan paranın denetimli bir biçimde nereden, nasıl geldiği bilinir… 
Bir de özel yardımlar var. Pek çok partinin geçmişte ve bugün Hazine yardımı dışında da belli yerlerden önemli ölçüde yardım aldıkları biliniyor. Bu açıdan bağışlar vesâire de kanun limitiyle sınırlamalı. Partilerin finansı ve seçim harcamaları mutlaka denetime tâbi tutulmalı.
Adayların seçimlerde belli miktarlarda harcama yapmaları kurala bağlanmalı. Partilerin kamu yararına çalışan kurumlar olarak kabul edildiği Batıda, ucu açık harcamalara karşı tedbirler alınmış. Sınırlarını aşan adayların seçim mazbatası iptal ediliyor. Bu tür istismarın önlenmesi için harcamalar kayyumca denetlenmeli. Kısacası, adaylar açısından da rekabet şartları eşit ve âdil olmalı.
Zira siyasetin finans kaynaklarında saydamlık ve şeffaflık çok önemli. Partilerin Hazine’den aldıkları yardımlarla neyi yapıp neyi yapamayacakları meselesi de belli kriterlere bağlanmalı. Sosyal devlet olma gereği var, devlet elbette fakire ve muhtaca yardım edecek; ama bu yardım devlet eliyle olmalı, parti kanalıyla değil. Zaman zaman bu yardımların parti eliyle yapıldığını, parti propagandası olarak yapıldığını görüyoruz. Bunun önü mutlaka alınmalı.
Ayrıca seçim sisteminde “seçim ittifakları” da önemli. Bugün yapıldığı gibi -91 seçiminde RP’nin MHP ile, ANAP’ın BDP ile seçime girmesi benzeri- partiler yasaların arkasından dolanarak ancak “örtülü ittifaklar”la seçime girebiliyorlar. Bu garâbete son verilmeli ve mutlaka “seçim ittifakları”na yasal zemin sağlanmalı.
Bu arada milletvekili sayısı bir başka tartışma konusu olmakta. Halk nezdinde bu sayı fazla görülmekte. Buna karşı milletvekili sayısının eskisi gibi 450’ye düşürülüp 150 kişilik “ikinci Meclis/Senato”ya dönülebilir. Ya da bütün ülke bir seçim çevresi kabul edilip “Türkiye milletvekilliği” getirilebilir. Bu durumda her parti gücü oranında Meclis’te temsil imkânı bulacaktır…
MİLLETVEKİLİ HÜR OLMALI…
Türkiye’deki temel siyasî sorunların nedeni, Türkiye’deki siyasî yapılanmadır. Ülkenin içte ve dışta sorunları var. Bu sorunları kim çözecek? Elbette ki siyaset kurumu. Siyaset kurumunun ana damarları siyasî partilerdir. Siyasî partilerin kendileri sorunlu ise, sorun yaşıyorlarsa nasıl ülke sorunlarını çözecekler?
Dolayısıyla bu çok temel bir sorundur. Bakın, mevzubahis “taslak”ta siyasî partilerle ilgili bir düzenleme önerilmiyor. Getirilen “eşbaşkanlık”la “partilerin üye kaydı” benzeri değişiklikler, bu konuda hiçbir önem arz etmiyor.
Türkiye’de mutlaka, ama mutlaka siyasî partiler sisteminin, yapısının değiştirilmesi lâzım. Partinin iç işleyişinin mutlaka kanunla demokratik esaslara bağlanması gerek. Keyfilik ortadan kalkmalı, sistem objektif kurallara bağlanmalı, yasal kurallarla, belli demokratik esaslarla düzenlenmeli…
Milletvekili hür olmalı. Artık hiç kimse geleceğini lidere yakın olmakta aramamalı, halkın desteğine yakın olmakta aramalı. Asıl sorunlar birbiriyle çok yakından ilgili. Siyasetin demokratikleşmesiyle siyasî istikrar için mutlaka seçim kanunu ve siyasî partiler kanununda bu esasların konulması gerekiyor. Bu kanunlar birbiriyle ilintili, tamamlayıcı hükümler içeriyor. Bu kanunlardan birini değiştirip diğerini bırakmak olmaz…
Türkiye için en uygun seçim sistemini ararken, geçmişteki çok partili siyasal hayatın deneyimlerinden yola çıkılması lâzım. Türkiye 20 genel seçim yaptı. Çok sayıda seçim yasasını çıkaran ve seçim yasalarında sık sık değişiklikler yapmış bir ülke. Bu konuda oldukça fazla birikimimiz var…
Ne var ki seçim yasaları bizde genellikle iki nedenden değişmiş. Birincisi, geçmiş dönemlere olan tepkiden dolayı değiştirilmiş. Örneğin, çoğunluk sisteminin getirdiği adâletsizlik ve meydana getirdiği gerilim yüzünden bu sisteme oluşan tepkilerle “nisbî temsil sistemi”ne geçilmiş. Ama daha çok çoğunluğu elinde tutan parti ya da partilerin kendi yararlarına olacağı hesâbıyla yaptıkları seçim yasalarında değişiklikler olmuş…
SİYASÎ PARTİLER VE SEÇİM SİSTEMİ MUTLAKA DÜZELTİLMELİ
Konunun kamuoyunun tartışma gündemine getirildiği süreçte, toplum sorunlarının çözümü bir anlamda seçim ve siyasî partiler yasasında yapılacak düzenlemelere bağlamış. Ancak beklentiler de farklılık arz ediyor. Toplumdaki eğilimlerin güçleri oranında parlamentoya yansıtılması arzusu var. İstikrarlı hükûmetler beklentisi var. Parti içi demokrasi talepleri var. Bütün bunları dengeli bir biçimde temin edecek seçim sistemini bulmak ve çıkarmak gerekiyor. Siyasetin mutlaka hem yeni anayasa, hem de siyasî partiler ve seçim kanunlarında gerekli değişiklikleri yapması lâzım.
Ancak her şeyi yasal düzenlemeyle çözmek de mümkün değildir. Siyasetin demokratikleşmesi, siyasal kültür, gelenekler, parti içi demokrasi gibi tabîi gelişmelerle de sağlanabilir ve desteklenebilir. Bunlar olmazsa sâdece yasa yetmez…
Neticede bütün partiler bir araya gelip uzlaşarak geniş bir yelpazede ehil ve uzman kişilerle siyasî partiler ve seçim kanunlarını tartışmalı; siyaseti demokratikleştirecek, adâletle istikrarı esas alan “siyasî partiler ve seçim sistemi”ni âcilen çıkarmalı…
Cevher İlhan, cev­her@ye­ni­as­ya.com.tr, “YENİ ASYA” 26.10.2013

18 Mart 2014 Salı

Ahmet Esat Kıratlıoğlu,

Ahmet Esat Kıratlıoğlu,
ESAT KIRATLIOĞLU
O, GERÇEK BİR DEMOKRATTIR
Türk siyasetçi.
Avusturya Graz Üniversitesi Jeoloji Fakültesini bitirdi, aynı Fakültede Doktora derecesi aldı.
Nevşehir Belediye Başkanlığı, İller Bankası Genel Müdürlüğü, 3. (XIV), 5. (XVI), XVIII. , XIX. ve XX. Dönem Nevşehir Milletvekilliği ile Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ve Devlet Bakanlığı yaptı.
Evli ve 3 Çocuk babasıdır.
wikipedia
Ahmet Esat Kıratlıoğlu            
Ahmet Esat Kıratlıoğlu, 1930 yılında Nevşehir'de doğdu. Babasının adı H.Ahmet'tir.Avusturya Graz Üniversitesi Jeoloji Fakültesi mezunudur. Aynı Fakültede Doktorasını tamamladı. Nevşehir Belediye Başkanı, İller Bankası Genel Müdürü, 3, 5, XVIII ve XIX. Dönem Nevşehir Milletvekili, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı olarak görev yaptı. Almanca ve İngilizce bilen Ahmet Esat Kıratlıoğlu, evli ve üç çocuk babasıdır. 
**
KIVANÇ KOÇAK
Radikal Hayat / 09/06/2007
Esat Kıratlıoğlu, Mail Büyükerman, Kamer Genç, Kubilay Uygun, Şevki Yılmaz, Hasan Mezarcı... Siyasi partiler müstakbel milletvekillerini açıkladı. TBMM arşivlerine bireysel şovlarıyla giren bu isimler gibisi gelecek mi?
Memleketimizi seçim koşturmacası, telaşesi sarmış durumda. Nitekim nihayet partilerin milletvekili listeleri de açıklandı. Kimi vekil tekrar aday olamadığı için üzgün, şaşkın; kimi aday olmaktan zaten kendi isteğiyle vazgeçti; kimi parti değiştirerek yerini sağlama aldı. 
Hasılı 
22. dönem Meclis'i gidiyor, yerine yenisi geliyor. Gelen gideni aratacak mı ya da tersi mi olacak, onu göreceğiz.
Ama mesela iki seçim sonra şimdiki Meclis'ten 'Şimdi ne yapıyor ki acaba?', 'Ne de enteresan adamdı' diyebileceğimiz kim var? Düşünün ki AKP'den aklımıza gelen isim, denk düştükçe suya girip çıkan, vücudunu sergileyen Kürşad Tüzmen; ötesi var mı? (Belki biraz Bülent Arınç ama Milli Görüş içindeki teorisyenliğini, ağırlığını düşününce, o sayılmaz tabii; söz ettiğimiz 'renklilik' öyle bir şey değil.) CHP'de 'motorize eylem insanı' Adnan Keskin'in muadili bile yok yahu! Fazla da uzağa gitmeden maziye doğru bakıverdik, hemen aklımıza geliveren isimlerin arasından neler yapmışlardı, neler demişlerdi ayıklamasına giriştik. Ferah ferah 'Onları özledik' diyemeyiz belki ama (ki ben şahsen mevcut 'üslupsuzluğa' bakınca Erbakan'ı özlediğimi itiraf edebilirim!) renkli oldukları gerçekti...
'N'olur sök şu direkleri!'
Esat KIRATLIOĞLU
EN GÜNCEL FOTOĞRAFI BU;
17 Mart 2014-TBMM
Esat KIRATLIOĞLU & Mustafa ARSLAN
 
Oğlu, Demokrat Parti'nin Nevşehir 1. sıra adayı olan Esat Kıratlıoğlu, kafasının üzerinde dolandırıp durduğu saçları ve her fırsatta ne kadar iyi yüzücü olduğunu sergilemesiyle meşhur. 
Bir dönem Tansu Çiller'i muhafaza ve müdafaa görevini neredeyse tamamen üstüne alan Kıratlıoğlu, çeşitli parodilere de konu olmuştu. Ancak 99 seçimlerinde Çiller tarafından listeye alınmayınca 'şoke olmuş', "Anneler çocukları bağırlarına basarlar. 
Çok sıkı kucaklarsanız, çocuk boğulup gider. Bizimki de o hesap. Çok muhabbetten böyle olduk. Bizi çok sevdiğinden boğup gömdü herhalde" diye konuşmuştu. 
Formunu yaz-kış demeden üstü çıplak yaptığı yürüyüşlere borçlu olan Kıratlıoğlu'nun, Nevşehir'de seçmenlerle arasında geçen ilginç bir diyaloğu da aktaralım: 60'lı yılların sonunda kentin elektriklendirilmesi için epey çaba harcayan ve her seçim dönemi konuşmasına "Sizi elektriğe ben kavuşturdum. Bu direkleri ben diktirdim" diyerek başlayan Kıratlıoğlu'na, günün birinde bir köylü isyan etmiş: "N'olur, sök şu direkleri. Nereye götüreceksen, ne yapacaksan yap. Artık bize başka şeylerden söz et". 

12 Mart 2014 Çarşamba

ALİ NAİLİ ERDEM, Demokratlar Kulübü Başkanı

Ali Naili Erdem

Eski Bakan, Milletvekili, Şair, Yazar, Demokratlar Kulübü Derneği Başkanı 


17 Şubat 1927 tarihinde İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde doğdu. İlk öğrenimini Kemalpaşa İlkokulu'nda, orta öğrenimini İzmir’de yaptı. 1950-1951 Ankara Hukuk Fakültesi mezunu. 1954-1961 yılları arasında avukatlık yaptı. 1945’den beri Fikirler, Töre, Kemalist Ülkü, Çınar, Edebiyat Dergisi, Gülpınar, İlk Yaz, Çaba, Şiir Defteri ve Çağrı gibi bir çok dergide şiirleri neşredildi. 1965’ten beri Tercüman, Milliyet, Orta Doğu, Yeni Asır, Ege Ekspres, Ege Telgraf gazetelerinde ve Maya dergisinde makaleleri yayınlandı. 1961-1980 arası 1, 2, 3, 4 ve 5 inci Dönem İzmir Milletvekili. Sanayi, Çalışma (iki defa) ve Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. 1980 askeri darbesinden sonra ülkenin çeşitli yerlerinde konferanslar verdi.

Toplumsal Düşünce Derneği ile İzmir Kültür ve Dayanışma Derneği onursal başkanı, İzmir Ege Sanayicileri Derneği, Çanakkale Şehitlerini Koruma Derneği, Edebiyat Derneği ve Basın Cemiyeti üyesidir. Evli ve üç kız ve beş torun sahibi. 
ESERLERİ:
Bu Toprağın İnsanları, Sevda Kuşatması adlarını taşıyan iki şiir kitabı yayınlanmıştır. 
***

Ali Naili Erdem’den:

Bir Sevgidir Yaşamak
                    Prof. Dr. İSA KAYACAN
           Sevgiyi sözde değil, özde ve yürekte taşıyanların sayılarının fazla olduğunu söylemek mümkün değildir. Günümüzde, sevgi ve vefa ikilisi adeta firardalar. Bunların varlığından söz ederek, bekleyiş içine girme yanlışlığıyla kaybolup gidenlerin sayısının giderek arttığını söylemek yanlış bir yorum ve ifade biçimi değildir.
            Ali Naili Erdem, Türk siyasetinin, ismi altın harflerle yazılı duayenlerinden, maaşından başka geliri olmayan eskimeyen Bakanlarımızdan, Milletvekili, Parlamenter ve hatiplerimizden.O’nun dünyası geniş, tertemiz, ileriye bakan sevgi yığınları ve harmanlarıyla dolu. Merkezi Ankara’da bulunan Kültür Ajans yayınlarının 230.olarak 160 sayfayla gün yüzü gören ,Ali Naili Erdem imzalı,”Bir Sevgidir Yaşamak” adlı şiir kitabı,sevgi dünyasının genişliğindeki yansımaları bizimle selamlaştırıyor.
            Yazdıkları ve yayınladıklarıyla takdir gören, alkışlanan Ali Naili Erdem duyguları, zaman zaman hece vezniyle karşımıza çıkarken, zaman zaman da serbest arzdaki şiirleriyle bizimle merhabalaşmaktadır. Masamdaki “Bir Sevgidir Yaşamak”ın ilk şiiri üç ayrı dörtlükten meydana gelen,Hasretim sana, adıyla karşımıza çıkıyor.Bu şiirin bir bölümü şöyle:

            Sokaklardayım nicedir dostlardan uzak,
            Yine kimseler yok halimden anlayacak.
            Gurbet yakınımda hasretlik kucak kucak,
            Ümitler uzaklarda muhabbetler inmiyor,
            Dertleri yol edindim gözyaşlarım dinmiyor.

            Ali Naili Erdem hocanın şiir başlıklarına baktığımızda,mısralarında ifade ettikleriyle ilgili ipuçları görürüz,buluruz.Örneğin,Gel de unut,Muhtacım,Çaresi yok,Hangi dost,Yağmur ve sen,Sen ağlama sakın,Uzakta kalmalıyım,Gözüm sende,Söylesen söylenmez,Bütün saatler güzeldir artık,Yaz geceleri,Gül yüzlüm,Sen gideli,Komşum ağaç,Bahtsızlar,Günah,Güneşli günler,Mutluluk,Hangi dalga?,Damlalar vd.adlı,başlıklı şiirler vermek istediğimiz örnekler arasında yer almaktadır.
            Ali Naili Erdem  isim ve imzasının bilinen ve takdir edilip saygıyla karşılanan en önemli özelliği, güzel konuşması, Türkçenin kurallarını doğru ve yerinde kullanmasıdır Bu özellikler, onun şiirlerinde de görülmekte ve anlatım zenginliği içinde duygu bütünlüğü, sevgi yumağı oluşturulmaktadır.”Bir Sevgidir Yaşamak”adlı şiir kitabının 63.sayfasındaki Defterdeki ismimiz,adlı şiirde söylemek istediklerimizin tümü bulunmaktadır. Üç dörtlükten meydana gelen bu şiirin giriş dörtlüğüne bakalım:

            Arada sırada halimi sorardın,
            Cennetten bir esintiydi sesin.
            Mevsimler geçip giderken,
            Sen rüyalarımda yaşardın.

            “Bir Sevgidir Yaşamak” adlı kitabın son sayfalarında, özlü sözler olarak gördüğümüz,’İkiler ve Üçlem’ler dikkat çekiyor.
Bunlardan:1-Çok geride kaldı sihriyle aşklar/Hicranların mevsimidir yaşananlar
2-Bir nefesten ibaretse ömrümüz/Hangi akılla yaşama küskünüz?
3-Pezevenk taşlamaktan yoruldu kollarımız/Azalmadı fendi orospuların
4-Sen de anlamazsan ben ne derim?/Kalem, kağıda küsmüşse/Derdimi kime söylerim?

NÜKHET OCAK BALKAN

'Sudaki Damlalar' Görücüye Çıktı
20 Mayıs 2013 11:26
Bir dönem Gaziantep milletvekilliği yapan ve aynı zamanda Devlet Bakanı rahmetli Kamil Ocak'ın kızı olan Nükhet Ocak Balkan'ın 'Sudaki Damlalar' isimli ebru sergisinin açılışı yapıldı.
Bir dönem Gaziantep milletvekilliği yapan ve aynı zamanda Devlet Bakanı rahmetli Kamil Ocak'ın kızı olan Nükhet Ocak Balkan'ın 'Sudaki Damlalar' isimli ebru sergisinin açılışı yapıldı.
Bayazhan'da gerçekleşen sergiye büyük ilgi oldu. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey, açılış öncesi sanatçı Nükhet Ocak Balkan'a bakır işlemeli tabak hediye etti.
Son dönemlerde kültürel ve sanatsal etkinliklerin devam ettiğini belirten Güzelbey, önce Bey Mahallesi'nde Atatürk'ün Anı Evini, daha sonra da Nükhet Ocak Balkan'ın ebru sergisinin açılışını yaptıklarını söyledi.
Böyle kültürel açılışları yapmaktan büyük bir mutluluk duyduğunu ifade eden Güzelbey, "Gaziantep siyasetine ve sporuna büyük katkılar sunan merhum Kamil Ocak'ın kızı Nükhet Ocak Balkan Ankara'da yaşamasına rağmen Gaziantep' e olan sevgisini ve özlemini hiç bir zaman unutmamıştır. Büyük bir özenle emek vererek hazırladığı ebruları şehrimizde sergileyerek buraya olan vefasını bir kez daha dile getirmiştir. Sergimiz hayırlı uğurlu olsun" dedi.
Doğduğu ve büyüdüğü kentte bir gün bir katkı yapmak için söz verdiğini ve o günün bugüne kısmet olduğunu dile getiren Nükhet Ocak Balkan, "Başka bir doğum günümüz olan 19 Mayıs tarihinde böylesi güzel bir sergiyi memleketimde açmaktan son derece memnunum. Bana destek veren herkese çok teşekkür ederim" diye konuştu.
Ebru sergisinin açılışına Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özaslan, Sinema Sanatçısı Arif ErkinGüzelbeyoğlu, Vakıflar Bölge Müdürü İsa Güven, Mimarlar Odası Başkanı Sıtkı Severoğlu, İl Kültür ve Turizm Müdür Vekili Mehmet Aykanat ve çok sayıda sanatsever katıldı.

Bayazhan'daki ebru sergisi, 31 Mayıs tarihine kadar açık kalacak. - GAZİANTEP
***
Tahmis Kahvehanesi
07.02.2012
Dün Kültür Yolu’ndan bahsederken, Gaziantep’in, kendine dair en çok doküman sunan şehir olduğunu söylemiştim. Yazının sonu o sözünü ettiğim dokümanları nereden topladığıma dayandı. Tabii bu işin ‘lafügüzaf’ yanı… Kitapçıkları aldığım yer orası olmasaydı bile illa ki bahsedecektim Tarihi Tahmis Kahvehanesi’nden. Kaçarı yok.

Tarihi Tahmis Kahvehanesi ta 16. yy’de inşa edilmiş. Aslında bitişiğindeki Mevlevihane’nin gelir kaynaklarından biri olmak üzere kurulmuş. Mevlevihane’nin geçmişi hakkında, birinci sayabileceğim bir ağızdan bilgi aldım.

Kaybolan Tatlar
 diye bir e-posta topluluğu var, duymuşsunuzdur. Bu toplulukta kimler yok ki? Amatör damak düşkünlerinden tutun, kitabevi raflarında eserlerini gördüğünüz ünlü yazarlara dek… Haliyle inanılmaz bilgi alışverişi oluyor bu mütevazı görünümlü grupta. Bildiğiniz derya… Grupta sevgili Tijen İnaltong’un televizyon programı “Tak Sepeti Koluna”nın Gaziantep bölümünün bahsi geçti. Bazılarımız kendi deneyimlerimizden yola çıkarak Antep’e ilişkin bilgiler paylaştık. Topluluktan Bülent Tandoğan bey, Tahmis Kahvehanesi’nden söz açtı. Derken çeşitli bilgiler paylaşılmaya başlandı.
Tahmis Kahvehanesi, üst kat
Bunlardan en önemlisi, kahvehanenin bağlı olduğu Mevlevihane’nin son varislerinden Nükhet Ocak Balkan hanımın paylaştığı bilgiler oldu kuşkusuz. Nükhet hanımın dedesi, bahsi geçen Mevlevihane’nin son tekke şeyhiymiş. Ocak ailesi ise Mevlana’nın soyundan geliyor. 16. yy’de, büyük büyük dedeleri, IV. Murad’ın emri ile Konya’dan Antep’e geliyorlar ve bugünkü Mevlevihane’yi kuruyorlar. Beraberinde civardaki hanlar ve bu kahvehane kuruluyor. O günlerden 1926 senesine dek buraların idaresini Mevlevihane sürdürüyor.

Tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunuyla birlikte Tekke Camii ve Mevlevihane, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş. Tahmis Kahvesi ve diğer bazı dükkanların idaresi ise Ocak ailesinden mütevelli heyetince yürütülüyormuş. Mevlevihane, yine Ocak ailesinin teşvikiyle müzeye dönüştürülmüş. Antep’e gidenlerin görmesi gereken bir yer burası da… Ve fakat önünden her geçişimizde “bir sonraki turda gireceğiz” deyip, görmeden İstanbul’a döndük biz.

Tahmis Kahvehanesi işte bunca eski ve kıymetli bir hatıranın yaşayan son parçalarından. Yakın zamanda restore edilmiş. Bu restorasyon ayrı bir tartışma konusu oldu. Bülent bey, Tahmis’in restorasyon öncesi halini görenlerden biri. Kendisi henüz yeni halini görmese de benim grupta paylaştığım fotoğraflardan gördüğü kadarıyla, bu restorasyondan memnun kalmadı. Bir parça orijinalliğin yitirildiği kanısındalar. Aslında haksız değiller.
Paylaşılan bir videodan ve şu sitede bulduğum fotoğraflardan gördüğüm eski Tahmis ile bugünkü arasında gerçekten fark var, evet. Ancak açıkçası bu kahvehaneyi ilk kez gören birisi olarak (ve tarihe de önem veren birisi olarak) bana çok da kötü kotarılmış bir iş gibi gelmedi. Eski hali ciddi bakımsız ve aslında niteliğini kaybetmiş göründü gözüme. Şimdiki avizeler beğenilmese de (ben de dahilim o beğenmeyenlere) eskiden kullanılan floresan lambalar “tarihi” mekana en aykırı ve çiğ düşen eşyalar olsa gerek!

Antep’i görme arzum, çevremden duyduğum övgülerden ziyade, çocukluğumdan beri babamdan dinlediğim Antep anılarına dayanır aslında. Babam Antepli değil. Ancak geç gelen askerliğinin tadını Antep’te çıkarmış, bu şehri sevmiş birisi. Çocukluğum, babamın anlattığı şen, keyifli, güleryüzlü, kalender Antep esnafı hülyalarıyla geçti desem yeridir. Gün gelip de kendi Antep deneyimimi yaşadığımda o esnafa güncel hayatta pek rastlayamadım ne yazık ki. İki yeri bunun dışında tutayım, ama çarşı esnafı, hiç de babamın anlattığı gibi değildi. Çağımız, devrimiz mi bozdu bu neşeyi acaba?

Tahmis Kahvehanesi’ne girdiğimizde anladım işin aslını. Bu da benden bir rivayet olsun ki size, 1980’lerin kalender Antep esnafı, şimdilerde emeklilik günlerinin tadını Tahmis’te çıkarıyor zahir! Masalara kurulmuş iskambil oynayan, birbiriyle tatlı tatlı şakalaşan, ceketli, yelekli, kravatlı, tertemiz giyimli bu beyler, herhalde Antep’in son gerçek yüzünü temsil edenlerden olsa gerek. Tahmis’in çalışanları ise güler yüzlü, ilgili insanlar. Çaycıları iyi çay demlemeyi biliyor. Ben denemedim, ama Feridun’un dediğine göre menengiç kahveleri ise enfesmiş. Hâsılı kelâm, yolunuz Antep’e düşerse, tüm gezi rotalarınızı bir biçimde Tahmis’e çıkartın derim.
Tahmis sakini...
Yazıda bu kadar sık “tahmis” sözcüğü geçti. Anlamını paylaşmadan olmaz. Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ında bu sözcüğün birkaç farklı anlamı var. Sayısal alana ya da edebiyata ilişkin anlamlarını es geçiyorum. Konumuzla ilişkin anlamı ise şöyle:

Tahmis (Arapça isim) 1. Ateşte kızdırıp, kavurma. 2. Kahve kavrulan yer; kahve kavrulup, satılan yer. 3. Döğülmüş kahve satılan yer.

Kaybolan Tatlar’da Bülent bey, Edirne’de de bir Tahmis Kahvesi ve hatta Tahmis Meydanı ile Çarşısı olduğunu duyduğundan söz etti. Edirne’nin önemli bir Mevlevihane barındıran şehir olmasından yola çıkarak Tahmisler ile Mevlevihaneler arasında ilişki olabileceği kanısına vardı. Bana göre de bu oldukça yüksek olasılıklı bir tahmin. Ayrıntılı bilgiyi şu an veremeyecek olsam da Mevlevi tekkelerinde kahve kavurmak, dibekte kahve dövmek, mertebelerden biridir diye biliyorum. Bu konuyu araştıracağım. Ve sanırım Mevlevilik konusunda da biraz okuma yapmam gerekiyor.

Bu son konu grupta konuşulurken, ben, şimdi neden anımsayamıyorum, ama uydu haritasından Eminönü’ne bakıyordum. Bunca senedir girip çıktığım sokaklardan birini yeniden keşfettim desem yeri! Hani şu bizim meşhur Kurukahveci Mehmet Efendi vardır Mısır Çarşısı çıkışında. (Bakış açısına göre “girişinde” de denebilir elbet!) Tam köşede. Kurukahveci Mehmet Efendi’nin bulunduğu bu sokağın adı nedir, dikkat etmiş miydiniz? Önceden dikkat etmemişseniz de şimdi tahmin edersiniz herhalde. Evet, Tahmis Sokak!

Her gün önünden gelip geçtiğimiz şeylerin, girip çıktığımız sokakların ya da hayatımızda ilk kez gittiğimiz bir yerin dönüp dolaşıp bir bilgi ve münasebet yumağı olarak karşımıza çıkışı mucize değilse bile, hayatı tatlandıran şeylerden biri olduğu kesin! İnsan bilgiye bazen eski bir tabelayı meraktan ulaşıyor, bazen de böyle güzel, bilgilerini, deneyimlerini paylaşmaktan imtina etmeyen insanların bir araya gelip, konuşmasıyla… Yeni kapılar açan, yeni merak konuları ortaya atan, soran, araştıran ve beni besleyen bu topluluğu, yani Kaybolan Tatlar’ı seviyorum ben galiba! Paylaştıkları bilgilerle ya da bazen sadece sohbetleriyle yaşam dağarcığıma bir şeyler katan tüm o insanlara bir kez daha teşekkür edeceğim geldi. Edeyim o zaman. Teşekkürler!

Doç. Dr. MEHMET ÖZDEMİR

» Başkanlık Divanı / Doç.Dr.Mehmet Özdemir
Doç.Dr.Mehmet Özdemir

Meslek Demokratik Kitle Örgütleri Başkanı
Eğitim Durumu Üniversite
E-Posta
Görevi
Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü 1973 yılında bitirdi. Aynıüniversitede Kültür-Edebiyat ve Siyaset Sosyolojisi dallarında Yüksek Lisans Derecesi aldı. "Turizmin Türkiye'nin Sosyo-Ekonomik Yapısına Tesirleri" konusunda doktora yaptı. Temel Bilimler Diploması, Eğitim, Psikoloji, Felsefe sertifikaları aldı. Bir süre Almanya'da Goethe Enstitüsü'nde eğitim gördü. Ankara Yükseliş Koleji Lise Müdür Yardımcısı ve Felsefe Öğretmeni, Ankara Ticaret Odası Dergisi Yayın Yönetmenliği(1973-1975) yaptı. T.C Turizm Bankası A.Ş.'de uzman, Araştırma ve Eğitim Başkanlığı, İşletmeler ve İştirakler Başkanlığı (1975-1988), Turban Turizm A.Ş.'de Genel Müdür Yardımcılığı ve Genel Müdürlük görevinde bulundu (1988-1991). Çeşitli kuruluşlarda (Milli Prodüvikite Merkezi, Ataköy Otelcilik, v.s) Yönetim Kurulu üyeliklerinin yanında, 1985-1991 yılları arasında Kıbrıs Türk Turizm İşletmeleri Yönetim Kurulu Asbaşkanı olarak çalıştı. Kuzey Kıbrıs Turizmine hizmetlerinden dolayı KKTC vatandaşlığı verildi. Türkiye Üniversitelerinde ilk kez H.Ü. Sosyoloji Bölümü'nde "Turizm Sosyolojisi" dersini ve seminerlerini başlattı. Bu üniversitede 1984 yılında öğretim elemanlığına başladı. 1992-1995 yıllarında Yardımcı Doçent olarak çalıştı. 1991-1994 yıllarında özel sektörde Yönetim Kurulu Üyesi, Genel Koordinatör ve Turizm Müşaviri görevini yürüttü. Kasım 1994 yılında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na eğitim işlerinden sorumlu İnsan Kaynakları Genel Müdür Yardımcısı olarak girdi. 1995 yılından itibaren Merkez Bankası eğitim faaliyetlerini uluslararası düzeye çıkardı. Birer hafta süren programlarda sekiz yılda Avrupa Birliği ile ilgili 10, Türkiye ve Dünya gündemindeki konularla ilgili 5 dizi konferans düzenledi. Bu faaliyetler kaynak kitap olarak yayınlandı, editörlüğünü yaptı. Daha sonra Başkan danışmanı olarak emekli oldu (Aralık 2011). 2012 Şubat'ından itibaren Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde öğretim görevlisidir. Çeşitli zamanlarda Ankara Gazeteciler Cemiyeti, bazı yayın organları ve kuruluşlarca "Yılın Bürokratı" ve "Yılın Turizmcisi" seçilmiştir. Mehmet ÖZDEMİR'in fikri olgunlaşması, 1961 yılından itibaren Türk Ocaklarında başladı. 1962 yılında Ankara Türk Ocağı Gençlik Kolu Sekreteri, 1963 yılında Ankara Türk Ocağı Yönetim Kurulu Üyesi oldu. Milliyetçi Gençliğin teşkilatlanmasında öncülük eden Özdemir, 1964 yılında ( Alp Çeriler ) Genç Milliyetçiler Derneği, 1965 yılında ikinci Kuvay-ı Milliye Derneği Kurucu Genel Başkanlığı yaptı. 1968 yılında Hacettepe Üniversitesi Ülkü Ocağı Kurucu Başkanı oldu. Kıbrıs harekâtından sonra kurulan A.P. Gençlik Kolları Genel Sekreterliği (1974), bilahare Ankara İl Gençlik Kolu Başkanlığı'nda bulundu (1976). Kök-Sav (Kök Stratejik Araştırmalar Vakfı) Kurucusu (1991) ve Demokratlar Kulübü (1990) Yönetim Kurulu Üyesidir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Yaylada Bir Sensiz Akşam (Şiirler 1968), Araştırma Nedir? Bilimsel Araştırma Metodolojisi (1983), Turizm Nedir? (1987), Türklerde Turizm (1991), Turizmin Türkiye’nin Sosyo-ekonomik Yapısına Etkileri (1992), Turizme Fiske Taşları (1998), Arif Nihat Asya Kıbrıs’da (2003), D.P. Eleştirilerine Cevap (Köy Enstitüleri) (2008), Kitaplarının yanında çeşitli yazıları, ayrı basım tebliğleri vardır.



Doç. Dr. Mehmet ÖZDEMİR

Demokrat Parti (DP) Genel Başkan Yardımcısı ve Demokratlar Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Mehmet Özdemir Kıbrıs’ta yaşanan son olayları değerlendirdi: 

“Kıbrıs’taki güvencemiz Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’dur”
            Demokrat Parti (DP) Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Özdemir Kıbrıs’ta (KKTC) yaşanan son gelişmelerle ilgili olarak yaptığı açıklamada: “ Kıbrıs’taki güvencemiz Cumhurbaşkanı  Derviş Eroğlu’dur” dedi.
            Demokrat Parti (DP) Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mehmet Özdemir, yaptığı yazılı açıklamada şu görüşlere yer verdi:
            TÜRKİYE'DE MAHALLİ SEÇİMLER VE KASET KAVGALARI!...
            “ Türkiye’de Mahalli Seçimler ve  kaset kavgaları ile göz gözü görmez bir kargaşa yaşanırken KKTC’de ilginç gelişmeler olmaktadır. Kıbrıs sorununa kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm getirmek için geçtiğimiz ay ortalarında Kıbrıs Türk ve Rum liderlerinin altına imzalarını koydukları ortak metnin ara bölgede Birleşmiş Milletler (BM) Misyon Şefi Lisa M. Buttenheim tarafından okunmasından sonra bir ‘iyi niyet dalgası’ yayılmıştır. Özellikle Türk ve Rum müzakerecilerin çapraz görüşmeleri (Türk müzakerecilerin Atina’yı, Rum müzakerecilerin Ankara’yı ziyareti) memnuniyetle karşılanmıştır.
“Nihai hedefleri Türkleri, Rumların tebaası ve ikinci sınıf vatandaş yapmaktır.”
            Rum Lider Nikos Anastasiadis, geçmişteki Rum devlet başkanlarından biraz farklı gibi gözükmektedir. Rumlar, şimdiye kadarki müzakerelerde kendilerini sürekli olarak, adanın ve mevcut tanınmış devletin sahibi görmüşlerdir.
            Ada’nın tümüne sahip ve egemen olmadıkça da Türklerle herhangi bir anlaşmaya yanaşmamışlardır. Hep bir bahane bulup, masadan kalkmayı ve Türkleri de oyunbozanlıkla suçlamayı adet haline getirmişlerdir.
            ALDIKLARI TAVİZLERİ "BÜYÜK KAZANÇ" OLARAK GÖRÜYORLAR!..            Bu müzakerelerden elde ettikleri en büyük kazanç; aldıkları tavizleri ‘kazanılmış hak olarak’ görmüşlerdir. Her yeni müzakereye de o noktadan başlamışlardır. Nihai hedefleri de Türkleri, Rumların tebaası ve ikinci sınıf vatandaş yapmaktır.
            Rum Lider Nikos Anastasiadis, ekonomik olarak iflas ve bataklığın dibinden kurtulmanın tek çaresi olarak, tek yönlü olarak ilan ettikleri münhasır ekonomik bölgelerinin içinde yer alan petrol ve doğalgazdan yararlanmayı görmektedir.
            Rumlara kalsa, bu kaynaktan Türk’lere bir cent bile vermezler.
            Ancak anlaşılan birileri; Anastasiadis’ın kulağına, adaya barışı getirerek federasyon, konfederasyon veya bizim tercihimiz iki ayrı devlet gibi bir çözümün bulunmaması durumunda, doğalgazın ve petrolün çıkarılamayacağı gerçeğini fısıldamıştır. Hatta bu işin gerçekleşmesi gerektiğini, İsrail’in de beklentileri açısından şart olduğunu hatırlatmıştır.
“Kıbrıs’ta her şey güllük gülistanlık değildir”
            Ancak Kıbrıs’ta her şey güllük gülistanlık değildir. Kıbrıs’lı Rumların şöven milliyetçiliğinin akılla ilişkisi hiçbir zaman olmamıştır. Papadopulos liderliğindeki ‘Megalo İdea’, panhelenizm taraftarı DİKO partisi hükümetteki 4 bakanını çekmiştir.
            Geri kalan 7 bakan da Rum lidere yeni bir kabine revizyonu fırsatı  vermek için istifa etmişlerdir. Böylece görüşmeler ilk meyvesini Anastasiadis hükümetinin yıkılmasıyla vermiştir. Bu istifalar Rum liderin Amerika ve AB nezdinde elini güçlendirecektir.
            Rum tarafı bu istifa olayını dünyaya ve bize karşı bir taktik olarak kullanacaktır. ‘Beni daha fazla zorlamayın, hükümetim de istifa etti. Türklere taviz veremem. Sonuçta bu varacağımız anlaşma halkın onayına gidecek. Halkta ne kadar tepki olduğunu görüyorsunuz’ diye baskılara karşı duracaktır.
            Bu bir oyundur ve egemen güçler yine Rumlara karşı uygulayamadıkları baskı silahını, her zamanki gibi Türklere doğrultacaktır. Hele dışarıda itibarını gün be gün kaybeden bir Türkiye ve durdurulamaz akıbetini önlemeye çalışan bir Başbakan varken…
            MİLLİYETÇİLİĞİNDEN EMİN OLDUĞUMUZ LİDER, EROĞLU...
            Bu durumda iş, milliyetçiliğinden emin olduğumuz KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu’na kalmaktadır. Kendisini bu oyunda bilgi ve tecrübesiyle en önemli güvence olarak görmekteyiz.”
            (DP Basın Merkezi – Ankara, 05 Mart 2014)

Mustafa Nevruz SINACI

gerçek demokrat

Fotoğrafım
1954 Niğde doğumlu. İlk, Orta ve Liseyi Konya’nın Ereğli ilçesinde bitirdi. Tahsilini Ankara’ da tamamladı. Hukukçu, Siyaset Bilimci, İktisatçı - İlâhiyatçı, Araştırmacı–Yazar. Sırasıyla; Demokratik Parti Gençlik Teşkilâtı Genel Başkanı, Tüketicileri Koruma Birliği Genel Başkanı, TÜRK-KONUT Kurucusu ve Birlik Başkanı, EKKON Genel Başkanı, ANAP’ta (3.Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’ın ricası ile) Başkan Yardımcısı; Demokrat Parti’de ‘3821 SK gereği açılış dönemi’ Genel Koordinatör Yardımcısı, 7 ve 9. dönem Genel Başkan Yardımcısı, Genel Sekreter, İdari Mali İşler Başkanı, Genel Başkan Vekili ve nihayet İnsan ve Kültür Ocağı Genel Başkanı olarak çalıştı. Adalet, Sabah, Akşam, Zafer, Son Havadis, Bugün, Her Gün, Ortadoğu, Tasvir, Zaman, Meydan, Haber, Anayurt Gazeteleri ile Bilim Teknik dâhil pek çok Dergide yazarlık yaptı. 2002'de emekli oldu. Halen Amerika merkezli “TURKISH FORUM” (Dünya Türk Kongresi) Danışma Kurulu Üyesi, ANAYURT Gazetesi ile TURKISH NEWS (ABD) Köşe Yazarı, Bilinç Akademisi Başkanı, BİLİNÇ ÜNİVERSİTESİ Rektör Yardımcısı ve Demokratlar Kulübü Derneği Yönetim Kurulu Üyesi olan yazar; Evli ve üç çocuk babasıdır.