İhsan Sabri Çağlayangil’den Kenan Evren’e: Darbe mi yapacaksınız?
Cevap: Ne
darbesi?
04 Ekim 2015, Pazar, Yeni Asya
Menteşe: Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil, direkt söze
girerek Evren’e “Paşa darbe mi yapacaksınız?!” diye gayet açık sormuş. Evren
tebessümle “Yok ne darbesi, darbe mi olur?” diye cevap vermiş. Ama ben artık
“Darbe var” dedim.
Eski bakanlardan Nahit Menteşe, dâvâ arkadaşı merhum
Demirel’i anlattı:
“PAŞA, DARBE Mİ YAPACAKSINIZ?!”
Ben o tarihte Bakanlar Kurulu’nda değildim. Partinin Genel
Sekreteriydim. Bu arada Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen’i gensoru ile MSP’nin
CHP’ye desteğiyle düşürdüler. Bu arada Maliye Bakanı İsmet Sezgin, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Esat Kıratlıoğlu hakkında da gensoru var, onu önlemeye
çalıştık. MSP’li bazı milletvekilleri ile görüştük, konuştuk…
Sonra bakıyoruz, Kızılay’da bombalar patlıyor. Söke’den bir
grup gelmişti, Millî Eğitim’e onların taleplerini yerine getirmek üzere
göndermek istedim. “Aman, biz gidemeyiz” dediler. Genel Müdür Yardımcısına
telefon ettim, çağırttım, “Gelemeyiz, çünkü arabalarımız bağlı!” dedi. Çünkü
her tarafta bomba olayı vardı. Her tarafa bombalar konulmuştu. Ben onun üzerine
bir araba gönderdim, aldırdım Genel Müdür Yardımcısını…
Bakanlar Kurulu toplantı halindeydi. Ben öncesinde Sayın
Demirel’e telefon ettim, “Esat Beyle İsmet Beyi kurtaracağız, ama galiba
devleti kurtaramayacağız” dedim. Demirel, bunun üzerine “Nahit, ben konunun
üzerindeyim. Biraz sonra Cumhurbaşkanı Vekili İhsan Sabri Çağlayangil, o zâtla
(Genelkurmay Başkanı Evren’le) görüşecek. Sen ayrılma Cevheri ile Bilgiç’i bul,
konuta gelin” dedi…
Konuta gittiğimde Sayın Demirel, Ekrem Ceyhun’la gidecekleri
Adana programını yapıyordu. Dışişleri Genel Sekreteri var. Dışişleri Vekili
Ekrem Ceyhun’du. Demirel, “Çağlayangil o zât’la görüştü, Sen Köşk’e gidip
Çağlayangil ile görüş” dedi. Sayın Çağlayangil’den randevu alıp gittim.
Çağlayangil Evren’le görüşmüş; “Fakat hiç renk vermedi” dedi. Hatta
Çağlayangil, direkt söze girerek “Paşa darbe mi yapacaksınız?!” diye gâyet açık
sormuş. Evren tebessümle “Yok ne darbesi, darbe mi olur” diye cevap vermiş. Ama
ben artık “darbe var” dedim.
Oradan ayrıldım eve geldim. Darbeden bir gün önce idi. Kızım
o zaman İngilizce öğretmenliğini yeni bitirmiş, Tâlim Terbiye’de idi. “Baba
Tâlim Terbiye’de ‘Yarın darbe olacak’ diye dedikodu var” dedi. Daha önce hep
itiraz ettiğim halde, o zaman “olabilir” demişim. Halbuki daha evvel
söylediğinde hem itiraz edermişim…
12 EYLÜL SABAHI DEMİREL’İN TAVRI ÇOK TEPKİLİ VE SERTTİ
Daha önceki bir görüşmemizde belirtmiştiniz. 12 Eylül
gecesi-sabahı darbeyi Demirel’e iletmek üzere Genelkurmay’dan sizi çağırmışlar.
Bu nasıl oldu, Demirel’in o zamanki tavrı nasıldı?
Darbe gecesi daha evvel tanıştığımız, âilecek görüştüğümüz
bir general vardı. Gece “Ne oluyor?” diye onu aradık. Ancak eşi generalin
Genelkurmay’da olduğunu söyledi. ‘Gece bu adamın Genelkurmay’da ne işi var’
diye düşündüm ve ‘tamam bu iş bitmiş’ dedik…
Ertesi sabah saat 04 sıralarında bir telefon geldi. Ankara
Sıkıyönetim Komutanlığından arıyorlardı. Beni Genelkurmay’a dâvet ettiler. “Bir
general ve bir albay sizi almaya gelecek, aman sakın kendiliğinizden dışarı
çıkmayın, yollar tutulmuş” dediler.
Biz beklerken, koruma polisleri de haber almışlar, alıp
götürülürüz endişesiyle yukarıya çıkmışlar. Biri havacı, biri karacı iki albay,
“Sizi Tuzman Paşa Genelkurmay’a dâvet ediyor” dediler. Eşim, “Buyurun çay için”
dedi, teşekkür ettiler ve onlarla beraber Genelkurmay’a gittik. Genelkurmay’ın
etrafında süngü takmış askerler vardı.
Tuzman Paşa’nın odasına çıkardılar. Tuzman Paşa, “ihtilâl
bildirisi”ni bana verip bunu Demirel’e ulaştırmamı istedi. Sonra beraber
Genelkurmay’dan Demirel’in Güniz Sokak’taki evine gittik. Demirel ve âilesi
sabah 5’de ayaktaydı. Kardeşi Şevket Bey de haber alıp İstanbul’dan
gelmiş.
O “bildiri”de Demirel’in Gelibolu-Hamzakoy’da muhâfaza
edileceği yazılıyordu. Demirel bunu görünce “Demek ki, bizi Nâmık Kemal’in
menfasına gönderiyorlar” dedi. Malûmunuz Nâmık Kemal oraya sürgün edilmişti.
Nazmiye Hanımın da gitmesini sorduk, “Gayet tabi” dediler, ama Nazmiye Hanım
tepki gösterdiği için gelmek istemiyordu. Ben dedim ki ‘Madem bu imkânı
veriyorlar, neden yalnız bırakacaksınız.’ Sonra yukarı çıkıp hazırlıklarını
yaptılar. Bu sırada da onu almaya gelen albaylar da konutun önündeki polis
kulübesinde beklediler.
Beraberce -orada uğurlamaya gelenlerden sadece ben vardım-
Etimesgut Askerî Havaalanına gittik, oradan uğurladık. Bu arada Erbakan’ı
İzmir’e, Ecevit ve Demirel’i de Gelibolu’ya götüreceklerini söylediler.
12 Eylül sabahı Demirel çok sert ve tepkiliydi. Hatta TRT
mensupları gelip görüş almak istediler. Demirel’in elinde pardösü vardı, attı,
“Hayır kardeşim!” diye gayet sert bir şekilde reddetti. Rahmetli Ecevit
askerlere karşı gayet yumuşak davranıyordu. Demirel’in tavrı çok
farklıydı…
DEMİREL, HEP İSTİŞÂRE EDERDİ…
Uzun yıllar Demirel’in kabinesinde ve parti yönetiminde
beraber yakın çalıştınız. Demirel’in kamuoyunca pek bilinmeyen özelliklerinden
nakleder misiniz?
Demirel, bütün işlerinde ve çalışmalarında her zaman
istişâreye çok önem verirdi. Herkesin fikirlerini alırdı.
Rahmetli Ragıp Gümüşpala vefat edince (1963’te),“Kim yerine
genel başkan olacak?” tartışması başladı. Ben o zaman Adalet Partisi Aydın İl
Başkanı idim. İl Başkanlarını Aydın’da topladım. İzmir İl Başkanı Mehmet
Karaoğlu o zaman Saadettin Bilgiç’i istiyor, pek Demirel taraftarı değil, fakat
taban Demirel’i istiyordu. Bilgiç il başkanlarından hep yazı almış, yalnız
Bursa İl Başkanı Kâmil Tolon ve Muğla İl Başkanı benim yanımda yer aldılar.
Fakat parti kamuoyu hep Demirel diyordu.
Arkadaşların biraz ayakları yere değdi; ama yine de “burada
karar vermeyelim, Ankara’da karar verelim” dediler. Akşam il başkanlarına yemek
verdim, çıkarken Hürriyet gazetesi muhabiri, “Efendim, Aydın toplantısından
Demirel çıktı’ diyebilir miyiz?” diye sordu, “Deyin” dedim. Ertesi gün
Hürriyet’ten sür manşet “Aydın toplantısından Demirel çıktı” atıldı.
Ondan sonra Demirel beni aradı. Benim o zaman ev telefonum
1515’ti, büro 1791’di. “Nâhit, 1515’te ve 1795’de arıyorum, sana ulaşamadım,
Ankara’ya gelir misin?” dedi. Ankara’ya gittim. Ve Demirel’in etrafında yer
aldık. Kongre’ye gittik. -Talât Asal kongre başkanı, ben de ikinci başkanı
oldum. Ve Demirel o kongrede ezerek seçildi. Demirel’in ilk genel başkanlığı
öyle oldu. İşte o gün bugündür siyasette Demirel’le hep beraber olduk…
Demirel’in bir vasfı çok istişâre ederdi. Demirel’de dikte
ettirme yoktu. Arkadaşlarıyla meseleleri konuşur, danışır, günü – gündemi
değerlendirirdi. Türkiye’nin, dünyanın meselelerini konuşurdu.
Meselâ sabah saat sekizde arar, “Nâhit giyinik misin?” diye
sorar, giyinik olmazsam bile “Giyiniğim” derdim; “Hemen gel” der, araba
gönderir, evine giderdik; istişâre eder, bazı şeyleri kararlaştırırdık. Çok
güvenirdi. Çoğu zaman bir takım görüşmeler yapmak üzere saat 24’te randevu
verir, sabahın saat 6’sında ancak evinden çıkardık…
“PARTİNİN ADI ‘SIRAT-I MÛSTAKİM / DOĞRU YOL’ OLSUN’ DEDİ”
Mâlûm 12 Eylül darbesiyle Adalet Partisi kapatıldı. Ardından
kurulan Büyük Türkiye Partisi de ihtilâl konseyince kapatıldı. Zincirbozan’a
sürgüne giderken yolda Doğru Yol Partisi’nin kurulmasına karar verilmesi var.
DYP’nin kuruluş kararı ve ismini anlatır mısınız?
31 Mayıs 1980’de bizi aradılar, Millî Güvenlik Konseyi’nin
79 sayılı kararıyla 2 Haziran’da Çanakkale Sıkıyönetim Komutanlığı’na
-Zincirbozan’a- teslim olmak üzere çağrıldık. Demirel gece saat 24’te aradı.
“Sabah saat 4’te bizim evde hareket edelim” dedi.
Önce kendi arabasına bindik. 5-10 kilometre gittikten sonra
Sayın Necmettin Cevheri’nin kendi kullandığı kırmızı Mercedes arabasına geçtik.
Demirel’in yanı sıra, ben ve rahmetli Saadettin Bilgiç de arabadaydık. Daha
sonra sayın İsmet Sezgin de bindi. Esas Zincirbozan’da kalacak Demirel, Bilgiç
ve bendim. Merhum İhsan Sabri Çağlayangil, Avrupa’da, Moskova’da idi, döndükten
sonra onu da hemen getirdiler.
Bilindiği gibi askerî yönetim, partileri ve Adalet
Partisi’ni kapatmış, yöneticilerine on sene yasak getirmişti. Demirel, onun
yerine bir parti kurulmasını istiyordu. İşte Demirel Zincirbozan yolunda
arabada giderken konuyu açtı; partinin ismi için herkes bir şey söyledi. Adı
“Millî İrâde Partisi” olsun denildi. Demirel, “Bu ismi halkımız rahat telâffuz
edemez” deyip, en son “Sırat-ı Mûstakim / Doğru Yol Partisi” ismini teklif
etti. Demirel konuşturur – konuşturur, sonra kendisi söylerdi.
Zincirbozan’a vardık. Ertesi gün sabah erken kalktım;
kapıdan içeriye doğru, düz bir hat vardı. “Nâhit düşündün mü?” diye sordu.
“Efendim, bu Doğru Yol ismini benimsedim” dedim. Yani Doğru Yol ismini Demirel
koydu.
Daha sonra birkaç günde bir, bize gidip gelen, bizi ziyaret
eden Demirel’in Teknik Üniversite’deki sınıf arkadaşı ağabeyim Orhan Menteşe’ye
not ettirip haber yolladı. Böylece kurulan partinin adı Doğru Yol Partisi oldu
ve esasen Zincirbozan yolunda karar verildi…
ZİNCİRBOZAN KONFERANSLARI VE MÜZÂKERELERİ
Zincirbozan’da Demirel’in bizzat öneri ve yönlendirmesiyle
ülke meselelerine dair konferanslardan, müzâkerelerden bahsedilir. Bu nasıl
oluyordu?
Zincirbozan’da dört ay bir gün kaldık. Orada Adalet
Partisi’nden dokuz, CHP’den de 7 kişi idik. Demirel, “Burada boş durmayacağız”
dedi. Herkese bir gündem veriyordu. Ülkenin meseleleri, problemleri hakkında,
meselâ “Türkiye’nin dış politikası”, “Türkiye’nin kalkınması”, “ekonomi”,
“sanayileşme” ve sair; ya da “Japonya’nın kalkınması nasıl oldu?” benzeri
konular dağıtıyordu.
Konuyu alan arkadaşımız hazırlanıyor, konuşuyor, bir
konferans olarak sunuyor, daha sonra konunun müzâkeresi açılıyor, katılımcılar
görüşlerini açıklıyorlardı. Konferans iki-üç saat sürüyordu. Bir de sıkıyönetim
komutanlığına haber verdik, dâvet ettik. Komutan geliyor seminerlere
katılıyordu, dinliyordu…
Bir gün yürüyüş yapıyorduk. Yürüyüş sırasında kapıya
yaklaşırken -bize nezâret eden- komutan -bazen yarbay ya da albay- geldi;
“Efendim, buradan geçmeyin, şuradan geçin!” dedi. Ben de “Biz burada yürüyüş
yapacağız” dedim. Bunun üzerine, giriş kapısına yaklaştırmayıp dönen bir
çizgi-hat koydular, “Burada yürüyüş yapacaksınız!” dediler. Sonra rahmetli
Çağlayangil o hatta, Kıbrıs’ta Rumlarla Türkler arasındaki “Okasa Hattı” ismini
verdi.
Demirel’le çok değerli, çok anlamlı anılarımız var. Geniş
ufkuyla Türkiye meselelerini, dünya meselelerini çok iyi bilirdi. Çok akıllı,
zeki, hâfızası güçlü idi. Çok istişare ederdi.
Allah gani gani rahmet eylesin...
RÖPORTAJ: CEVHER İLHAN - MEHMET KARA
- MELİH TEKİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder