19 Mart 2014 Çarşamba

Nevzat Ercan,


Nevzat Ercan DP (Demokrat Parti) Başkanlığı'na aday!...
Dün gece geç saatlere kadar sürdürülen görüşmeler sonucu Eski Devlet ve Orman Bakanı Nevzat Ercan DP Genel Başkanlığına aday olmayı kabul etti.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, XIX., XX.ve XXI. Dönem Sakarya Milletvekili, Eski Devlet ve Orman Bakanı Nevzat Ercan 1944 Hendek doğumlu, evli ve 2 çocuk babasıdır.
6 Mayıs 2012 Pazar günü yapılacak DP Büyük Kongresinde aday olacak olan Nevzat Ercan'ın Partide Birlik ve beraberliği sağlayabileceği düşünülüyor.
Nevzat Ercan'ın bir anlamda bütünleşmenin adayı olacağı söylenmektedir. Partide bütünlüğü sağlamak amacıyla bazı Genel Başkan adaylarının Nevzat Ercan lehine adaylıktan çekilebilecekleri seslendirilmektedir.
Muhtemelen Cuma Günü Nevzat Ercan'ın resmen adaylığını açıklaması beklenmektedir. 3 Mayıs 2012
***
ESKİ BAKAN NEVZAT ERCAN:
"Milletvekilleri Hür Olmalı"                                                    
Yeni Asya’nın sorularını cevaplayan eski DYP’li bakanlardan Nevzat Ercan, Siyasî Partiler Kanunu’nu değerlendirirken, milletvekillerinin lider sultası sebebiyle hür olmadıklarını belirterek, “Bugün milletvekillerinin genel başkanlarının dışında farklı düşünme özgürlükleri yok. Milletvekili hür olmalı. Artık hiç kimse geleceğini lidere yakın olmakta aramamalı, halkın desteğine yakın olmakta aramalı” dedi.
ESKİ BAKAN NEVZAT ERCAN YENİ ASYA’NIN SORULARINI CEVAPLANDIRDI 
Milletvekilleri hür olmalı
DYP’NİN “II. DEMOKRASİ PROGRAMI” ÇOK KAPSAMLI
S- “Siyasetin demokratikleşmesi” açısından DYP’nin “II. Demokrasi Programı” çerçevesinde demokratik teklifleriniz nelerdir?
C- DYP’nin “II. Demokrasi Programı” hayatın ve devletin her alanını özgürlükçü bir anlayışla yeniden düzenleyen çok kapsamlı bir program. Bu programda, Türkiye’nin içte ve dışta yaşadığı sorunların çözümüne ilişkin formüller, modeller ve birtakım hedefler var.
Programda, “siyasal hukukun demokratikleşmesi”nden başlanarak bugün Türkiye’nin en çok muhtaç olduğu, en çok tartışılan tam ve bağımsız işleyen yargı hedefi için yargı reformuyla asıl olan adâletin sağlanması ve “adalet devleti” hedefleniyor. Hukuk zaten adâlet için bir araç; o açıdan üstünlüğün hukuku değil, hukukun üstünlüğünün gerekliliği vurgulanıyor. Sokrat, “Adâlet çöktüğünde çökmeyecek bir şey yoktur” diyor. Her Cuma hutbesinde hocaefendilerin tekrar ettiği “Allah adâleti emreder” âyetinin mesajıyla “Kimseye zulmetmeyin, adâletle hükmedin” hatırlatması bunun çağrısı…
Yine “II. Demokrasi Programı”nda “Devletin yeniden yapılanması” başlığıyla etkin devletin gerekliliği belirtiliyor. Yani kırtasiyeyi kaldıracaksınız, bürokrasiyi azaltacaksınız. Hantal devlet yapısından kurtarıp işleyen, vatandaşı mutlu eden devleti inşa edeceksiniz. Merkezî yönetim ve yerel yönetimlerin yapılanmasına kadar, hepsi bu başlık altında ele alınmış ve çok geniş düzenlemeler getirilmiş.
Bir diğer başlık, “ekonomide hak düzeni.” Güçlü değil, haklı kazanacak. Rant değil, fırsat sunan bir ekonomi. Bugünkü üretmeyen, ranta, sıcak paraya, ithalata dayalı, günü kurtaran, ama geleceği ipotek altına alan ekonomi politikaları değil. Üretimi, yatırımı, istihdamı, ihracatı, büyümeyi esas alan, katma değeri yüksek bir ekonomi. “Şu kadar ihracat yaptık” deniliyor, ancak yapılan ihracat kalemlerine baktığınız zaman katma değeri yüksek bir ihracat olacak. Yoksa hammaddeyi, dışarıdan girdi olarak getirdiğiniz malları içeride mâmul hale getirilen bir ihracat değil. 100 dolarlık bir ihracat için 70 dolarlık ithalata para ödenmesi değil. Bunu tersine çevirecek bir ihracat.
SİYASAL HUKUKUN DEMOKRATİKLEŞMESİ
“Program”da ayrıca “İnsanca hayat” başlığı altında, düşüncenin mahsulü plân, program ve projelerin insan merkezli olması esas alınıyor. İnsanı, insan haklarını, özgürlüklerini koruyan, değerlerine, sembollerine saygı duyan bir siyasî anlayış. İnanç ve ifâde özgürlüğünün olduğu, temel hak ve hürriyetlerin yaşandığı; dayatmanın, baskının olmadığı tam bir özgürlükle demokrasinin standardının yükseltilmesini amaçlıyor..
Keza “Büyük değişim projeleri” ve “21. yüzyıl projeleri”yle “büyükler arasında büyük Türkiye” idealinin altı dolduruluyor…
Gerçek şu ki zengin bir uzman kadroyla her projenin hayata geçirilmesi için gerekli yasal ve teknik hazırlıkların tamamlandığı, uygulamaya hazır hale getirildiği 7 ana başlık altındaki “II. Demokrasi Programı”nın birinci temel maddesinin “siyasal hukukun demokratikleşmesi” olması, siyasî partiler ve seçim sisteminin önemini ortaya koyuyor.
Bu bağlamda millet irâdesinin üstünlüğünü, bireysel özgürlükleri, siyasal istikrarı, hukukun üstünlüğünü, yöneten demokrasi ve gücün kontrolü ana prensiplerini esas alan köklü düzenlemeler sıralanıyor.  
“II. Demokrasi Programı”nda “siyasal hukukun demokratikleşmesi” üst başlığı altında, “sivil anayasa” ve “medyanın demokratikleşmesi”nin yanı sıra “siyasî partiler kanunu” ile “seçim kanunu” düzenleniyor. Detayında derc edilen parti içi demokrasi, genel başkanlık süresinin sınırlandırılması, üye kayıtlarında hâkim denetimi ve ön seçim alt başlıkları altında belirtilen kurallar tam da bugünün problemlerini karşılıyor.
Keza “seçim kanunu”nda partilerin seçim ittifaklarına, siyasetin finansına, seçim harcamalarına kadar, tam da bugünün sorunlarına çözümler getiriyor.
1994’te çok kapsamlı bir çalışmayla hazırlanmış bu program, detaylarıyla 7 cilttir. Bütün bunlarla ilgili hazırlanmış yasa taslakları var...
SAĞLIKLI ÖNSEÇİM VE PARTİ İÇİ DEMOKRASİ
S- Sizce “seçim sistemi” nasıl olmalı? Seçim ve siyasî partiler kanunları hangi esaslarla hazırlanmalı? Özellikle “önseçim” ve “siyasetin finansmanı” konusunda hangi temel hükümleri taşımalı?
“Seçim sistemi”nin âdil olması için evvela siyasî partiler kanununun değişmesi gerekir ki parti içi demokrasi işlesin. Parti içi demokrasi işlemiyorsa ülkede nasıl demokrasiyi işletilecek?
Çok iyi biliyorum, Adalet Partisi’nin il başkanlığını yaptım. Genel merkezde milletvekili adaylığı sıralaması yapılmıyordu. Ya da partinin genel başkanı eline alıp bütün milletvekillerini isimlendirmiyordu. Önseçim yapılıyordu. Bir seçim çevresinde 20-25 bin kayıtlı parti üyesinin yargı denetiminde sandığa giderek önseçimle milletvekili adaylarını sıraladıkları dönemleri hatırlıyorum. Esasen ideolojik temelde siyaset yapmayan kitle partileri açısından bu çok önemli.
Yani partili seçmen, partiye kayıtlı binlerce üye hâkim nezâretinde, yargı denetiminde seçim yapıyordu. Adaylar seçime katılıyor, aldıkları oylara göre sıralama yapılıyordu. Halk bir yönüyle kendi seçiyordu milletvekilini…
80 ihtilâlinden sonra partilerin genel başkanları, liderleri, genel merkezleri milletvekili sıralamalarını kendileri yaptılar, millet sâdece “tasdik”le, “onaylamak”la kaldı. Seçime giden millet önünde ne bulduysa -bakmadan, çoğunu tanımadan- ona oy vermek durumunda kaldı.
Evet, parti disiplini var, ama parti içi demokrasi de siyasetin demokratikleşmesinin olmazsa olmaz şartı. Partinin genel politikaları vardır. Bunlar tartışılır, o politikalar belirlenir. Ama farklı görüşlere en azından ifâde etme hakkı ve hürriyeti tanınır.
Bugün milletvekillerinin genel başkanlarının dışında farklı düşünme özgürlükleri yok. Ya da düşündülerse, bunu ifâde etmek özgürlükleri, hakları yok ellerinde. “Ben bu konuda aykırı düşünüyorum” diyenlerin akıbetini biliyoruz. Bir sonraki seçimde seçilemiyorlar. Oysa insan inandığını ifâde edebilmeli, özgürce söyleyebilmeli. Seçim sistemleri buna imkân vermeli…
“TERCİH SİSTEMİ” GETİRİLMELİ
Diğer yandan üye kayıtları Türkiye’de çok sağlıklı değil. Önseçimin sağlıklı olması bakımından “hâkim denetimi”nde olması şart. Ancak yine de, birilerinin kendilerine göre üyeleri yazıp delege seçimlerinin yapılmasıyla meydana gelen haksızlıkların olmaması bakımından, bütün bu mahzurları giderecek “tercih sistemi” olmalı. Böylece, akçalı ve feodal ilişkilerin önü önemli ölçüde alınır, adayların birbirini çekiştirmesi sakıncası kalmaz…
Sandık başına giden seçmen hangi partiye oy veriyorsa, alttaki listede o seçim bölgesinden çıkacak milletvekilinin iki katı aday yazılacak ve o bölgede çıkacak milletvekili sayısı kadar işâretleyecek. Bir kişiyi yazmak durumunda kalmayacak, bunun mahzurları var. Bir dönem (1999’da) bir kişide uygulandı, yanlıştı. Birtakım problemlere, kişisel çekişmelere, hizipleşmelere, karalamalara sebebiyet verdi…
Bugün benim kanaatim seçmenin kendi vekilini seçmesi için, “tercih sistemi”ne dönülmeli. Ancak işâretleme bir kişi için olmamalı. Partiler o seçim çevresindeki milletvekili sayısının iki katı kadar aday göstermeli ve seçmenler sandık başında mührünü vurdukları partinin o bölgede çıkaracağı milletvekili sayısı kadar tercihini işâretleme yoluyla yapmalı. O zaman bütün adaylar, herkes çalışır.
Böylece başka mekanizmalar devre dışı kalır, seçmen sağlıklı bir tercih yapma imkânını bulur, sonuçlar da çok sağlıklı olur ve demokratik bir seçimle milletvekili sıralaması yapılmış olur. Millet kendi vekilini “tercih sistemi”yle doğrudan seçmek istemektedir, bu hak verilmeli.
Aksi halde vatandaşın, seçmenin verdiği oy, siyasî kanaatinin ifâdesi olmuyor. Hukukta, “sarih rızâ” ve “zımnî rızâ” kavramları var. Seçmen, irâdesini “sarih rızâ” ile göstermeli…
Önseçim ve tercihin olduğu bir seçimde seçilen milletvekili minnet borcunu kendisini seçen halka duyar. Genel başkanına bağımlı kılmaz kendini. Özgür olur, özgürleşir. Düşüncesini özgürce ifâde eder…
“SİYASETİN FİNANSI” VE “SEÇİM İTTİFAKLARI”
S- Siyasetin finansmanı konusundaki görüşleriniz nelerdir? Âdil bir seçim için ayrıca hangi tedbirler alınmalı?
C- Aslında siyasette “finans meselesi” çok önemli. Seçimde âdil rekabet şartlarının oluşması için partilerin ve adayların finans kaynaklarının incelenmesi lâzım.
Bilindiği gibi partilere aldıkları oy oranına veya Meclis’teki sandalye sayılarına göre Hazine yardımı yapılıyor. Şimdi yüzde 7 alanlara bu yardım veriliyor. Halbuki seçime katılma şartlarını haiz partilere oy oranlarına bakılmaksızın mutlaka belli ölçülerde devlet/Hazine yardımı yapılmalı. Zira seçim pahalı bir iş, demokrasi pahalı bir iş...
Ayrıca iktidarın devletin imkânlarını kullanması açısından, siyasî partilerin “seçim finansmanı”nın mutlaka kontrol altına alınması icâb ediyor. Keza farklı güçlerin devreye girip partiler ve adaylar arasındaki eşitlik ve adâlet ilkesini zedelemesine karşı tedbir alınması gerekiyor.
Bunun yanı sıra adaylar açısından da, “seçimin finansmanı” şeffaf olmalı. Kaynağının nereden geldiği bilinmeli. Devletin aldıkları oy oranına partilere yaptığı Hazine yardımı önemlidir. Bu yardım, partileri kişi ve kuruluşların bağımlısı olmaktan kurtarır. İhtiyaç duyulan paranın denetimli bir biçimde nereden, nasıl geldiği bilinir… 
Bir de özel yardımlar var. Pek çok partinin geçmişte ve bugün Hazine yardımı dışında da belli yerlerden önemli ölçüde yardım aldıkları biliniyor. Bu açıdan bağışlar vesâire de kanun limitiyle sınırlamalı. Partilerin finansı ve seçim harcamaları mutlaka denetime tâbi tutulmalı.
Adayların seçimlerde belli miktarlarda harcama yapmaları kurala bağlanmalı. Partilerin kamu yararına çalışan kurumlar olarak kabul edildiği Batıda, ucu açık harcamalara karşı tedbirler alınmış. Sınırlarını aşan adayların seçim mazbatası iptal ediliyor. Bu tür istismarın önlenmesi için harcamalar kayyumca denetlenmeli. Kısacası, adaylar açısından da rekabet şartları eşit ve âdil olmalı.
Zira siyasetin finans kaynaklarında saydamlık ve şeffaflık çok önemli. Partilerin Hazine’den aldıkları yardımlarla neyi yapıp neyi yapamayacakları meselesi de belli kriterlere bağlanmalı. Sosyal devlet olma gereği var, devlet elbette fakire ve muhtaca yardım edecek; ama bu yardım devlet eliyle olmalı, parti kanalıyla değil. Zaman zaman bu yardımların parti eliyle yapıldığını, parti propagandası olarak yapıldığını görüyoruz. Bunun önü mutlaka alınmalı.
Ayrıca seçim sisteminde “seçim ittifakları” da önemli. Bugün yapıldığı gibi -91 seçiminde RP’nin MHP ile, ANAP’ın BDP ile seçime girmesi benzeri- partiler yasaların arkasından dolanarak ancak “örtülü ittifaklar”la seçime girebiliyorlar. Bu garâbete son verilmeli ve mutlaka “seçim ittifakları”na yasal zemin sağlanmalı.
Bu arada milletvekili sayısı bir başka tartışma konusu olmakta. Halk nezdinde bu sayı fazla görülmekte. Buna karşı milletvekili sayısının eskisi gibi 450’ye düşürülüp 150 kişilik “ikinci Meclis/Senato”ya dönülebilir. Ya da bütün ülke bir seçim çevresi kabul edilip “Türkiye milletvekilliği” getirilebilir. Bu durumda her parti gücü oranında Meclis’te temsil imkânı bulacaktır…
MİLLETVEKİLİ HÜR OLMALI…
Türkiye’deki temel siyasî sorunların nedeni, Türkiye’deki siyasî yapılanmadır. Ülkenin içte ve dışta sorunları var. Bu sorunları kim çözecek? Elbette ki siyaset kurumu. Siyaset kurumunun ana damarları siyasî partilerdir. Siyasî partilerin kendileri sorunlu ise, sorun yaşıyorlarsa nasıl ülke sorunlarını çözecekler?
Dolayısıyla bu çok temel bir sorundur. Bakın, mevzubahis “taslak”ta siyasî partilerle ilgili bir düzenleme önerilmiyor. Getirilen “eşbaşkanlık”la “partilerin üye kaydı” benzeri değişiklikler, bu konuda hiçbir önem arz etmiyor.
Türkiye’de mutlaka, ama mutlaka siyasî partiler sisteminin, yapısının değiştirilmesi lâzım. Partinin iç işleyişinin mutlaka kanunla demokratik esaslara bağlanması gerek. Keyfilik ortadan kalkmalı, sistem objektif kurallara bağlanmalı, yasal kurallarla, belli demokratik esaslarla düzenlenmeli…
Milletvekili hür olmalı. Artık hiç kimse geleceğini lidere yakın olmakta aramamalı, halkın desteğine yakın olmakta aramalı. Asıl sorunlar birbiriyle çok yakından ilgili. Siyasetin demokratikleşmesiyle siyasî istikrar için mutlaka seçim kanunu ve siyasî partiler kanununda bu esasların konulması gerekiyor. Bu kanunlar birbiriyle ilintili, tamamlayıcı hükümler içeriyor. Bu kanunlardan birini değiştirip diğerini bırakmak olmaz…
Türkiye için en uygun seçim sistemini ararken, geçmişteki çok partili siyasal hayatın deneyimlerinden yola çıkılması lâzım. Türkiye 20 genel seçim yaptı. Çok sayıda seçim yasasını çıkaran ve seçim yasalarında sık sık değişiklikler yapmış bir ülke. Bu konuda oldukça fazla birikimimiz var…
Ne var ki seçim yasaları bizde genellikle iki nedenden değişmiş. Birincisi, geçmiş dönemlere olan tepkiden dolayı değiştirilmiş. Örneğin, çoğunluk sisteminin getirdiği adâletsizlik ve meydana getirdiği gerilim yüzünden bu sisteme oluşan tepkilerle “nisbî temsil sistemi”ne geçilmiş. Ama daha çok çoğunluğu elinde tutan parti ya da partilerin kendi yararlarına olacağı hesâbıyla yaptıkları seçim yasalarında değişiklikler olmuş…
SİYASÎ PARTİLER VE SEÇİM SİSTEMİ MUTLAKA DÜZELTİLMELİ
Konunun kamuoyunun tartışma gündemine getirildiği süreçte, toplum sorunlarının çözümü bir anlamda seçim ve siyasî partiler yasasında yapılacak düzenlemelere bağlamış. Ancak beklentiler de farklılık arz ediyor. Toplumdaki eğilimlerin güçleri oranında parlamentoya yansıtılması arzusu var. İstikrarlı hükûmetler beklentisi var. Parti içi demokrasi talepleri var. Bütün bunları dengeli bir biçimde temin edecek seçim sistemini bulmak ve çıkarmak gerekiyor. Siyasetin mutlaka hem yeni anayasa, hem de siyasî partiler ve seçim kanunlarında gerekli değişiklikleri yapması lâzım.
Ancak her şeyi yasal düzenlemeyle çözmek de mümkün değildir. Siyasetin demokratikleşmesi, siyasal kültür, gelenekler, parti içi demokrasi gibi tabîi gelişmelerle de sağlanabilir ve desteklenebilir. Bunlar olmazsa sâdece yasa yetmez…
Neticede bütün partiler bir araya gelip uzlaşarak geniş bir yelpazede ehil ve uzman kişilerle siyasî partiler ve seçim kanunlarını tartışmalı; siyaseti demokratikleştirecek, adâletle istikrarı esas alan “siyasî partiler ve seçim sistemi”ni âcilen çıkarmalı…
Cevher İlhan, cev­her@ye­ni­as­ya.com.tr, “YENİ ASYA” 26.10.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder